15 Nisan 2012 Pazar

AĞIR ROMAN

Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye, zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın, raks ederken mahallenin maşallahı, eyvallahı, güzelleş be oğlum şimdilik ölümüne kadar hayattasın.

| Ağır Roman |





Yeşil Badanada Kurtulmak – Turgut Uyar

Sanki döşenmiş odalarda akşam güneşleri
öyle soğuk öyle kış günü.
yalancı inciden gerdanlıkları öyle kırık
öyle sulardan çayırlardan uzak öyle darmadağın
öyle namussuz öyle anasının gözü,
öyle bellediğim öyle kovduğum kırıp dökemediğim
vaktimin ortasına giren bu karanlık resim
dağda bozulup kalmış köhne otobüslere benzeyen
öyle tutkusuz öyle isteksiz öyle zifir şaşılır.

duramıyorum hemen sokağa çıkıyorum
ağaçlara kuşlara kağıthelvacılara çıkıyorum,
çakıltaşları renkli cam kırıkları kilit parçaları,
kuzuların sevip sevip yediği otlardan topluyorum
kuzulara vereceğimden değil, yok değil,
böyle çocukların sevdiği işler yapmak pek hoşuma gidiyor
ya da evde kalıp kocaman kalçalı kadın resimleri yapıyorum
o da hoşuma gidiyor.


t e r l i k s i z k a d ı n l a r k o r o s u

bizim çıplak topuklarımız mozayıkların üstünde ya
durmuyoruz günaşırı duvarlarımızı yeşille maviyle badana ediyoruz.
durmuyoruz dünyayı yeniliyoruz,
bir koltuğu oradan alıp öteye yerleştiriyoruz.
pencerenin yerini değiştiriyoruz
halıları temizliyoruz, yemekler pişiriyoruz
soğuk sularla yıkıyoruz ayaklarımızı kollarımızı boynumuzu
işimiz bitiyor, oturup sevilmeyi bekliyoruz
onlar o zaman geliyor.


k u r t u l m a y a h a z ı r l ı k

gittim kitapçılarda gazeteleri, dergileri karıştırdım
kırmızı beyaz yollu tentelerin altına serilmiş
bir dergide bir şiir okudum sevdim, – insan öpmeli, sevmeli sonra bol sularda yıkanmalı diyordu.
nasıl.
güzel, güzel resimler vardı.
baktım ışıdım.
degas’ın bir kadını, belli öpülmüş sevilmiş kandırılmış,
ama, sonra da yıkanmış bursa havluları ile kurulanıyordu.
öyle bir sevdim, içim bile gıcıklanmadı.
bir kalabalık bir kalabalık deniz gibi.
durdum evlerin katlarını saydım.
beş – altı – yedi.
her katta bir kadın bir erkek aklıma geldi.
ama öyle dümdüz değil. bildiğimiz gibi değil öyle.
başka türlü geldi.
sosis kokuları, bira kokuları, kavun kokuları geldi.
kavun kokuları geldi, tütün, lavanta kokuları geldi.
ah derim ne derseniz deyin ben işimi bilirim.
artık birçok şeylere hazırım. ölümden ötede.
bir başka sefer gidip sinemaların girişlerine duracağım, önce tabanca bıçak dövüşen sonra sevişen kadın erkek resimlerine bakacağım. uzun uzun.
sonra dalacağım kalabalığa.
ya hep bildiğimiz o yere gideceğim.
günüme göre
ya da yolüstü bir kahveye oturup orta şekerli bir kahve içeceğim
ne derseniz deyin ardımdan.



Aidiyet ve bukleli örgüler...

..Evet neyse... Geldim aynanın karşısına. Yarın saçlarımın güzel olmasına ihtiyacım var .. Fotoğraf çektireceğim çünkü. Malum sınavın başvurusunun son günleri. Aynada saç beğendim kendime.. Yok yok hiç beğenemedim. Biraz tülermişti. Yıkamak - gecenin bu saatinde - oldukça zor ve zahmetli bir eylem gibi geldi. Uzun saçlarımı ayırdım soldan sağa... Ve buklelerini açarak ördüm... Ayna bana, ben aynaya baktık. Bir baktım masum bir kız oldum. Az zaman içinde. Ben nerdeydim. Kimseye aitmiydim? Sonra _? evet tabi ya sonrası malum. Yetindim, bana verdiği görüntü için bir kez daha şükrettim... Gece, su, soda, şebnem ferah, klavye, blogspot.. Zeytin ve reçel kokuları sardı yine buraları. Ah Tanrı'm. Ne mutluyum şimdi. Ölsek mi ? ? ?