22 Kasım 2010 Pazartesi

Nefes nefese 'Beyaz sabun kokusu'

Elimde beyaz sabun kokusu kalmıştı ve beyaz sütün temizliği takılmıştı aklıma.
Hayal edemediklerimizi birden karşımızda aniden görünce yaşadığımız şok nasılsa öyle tutulmuştu dilimiz.
Kararsız kaldık uzaklara göçen göçmen kuşların kuyruğuna takılıp takılmamak konusunda.
 Hedefinden şaşmadan atılan oklar gibiydi dün gece yüreğimiz. Birbirimize hiçte şaşırmadan saplanıvermiştik.
Geri dönüşü yoktu yaşanacakların...
Biz evvel zaman içinde derken; çoktan yaşamış olacaktık geleceği...
Torunlarımıza anlatacak küçük hikayeler bulacaktık aynı Titanic filmindeki Rose'un buruşmuş gözlerinden yaşlar gelerek anlattığı aşkı gibi...
Batan bir gemide ıslanmayacaktık belki.
Yada sevgilimizin donmuş bedenini derin sularda öylece kaybetmeyecektik.
Ama yanacaktık bir kere...
Sonra kahinlerin kehanetlerini doğrularcasına yaşayıp ardından bir güç savaşında dimdik doğrultacaktık bedenimizi... Gözyaşımız bizden alçağa akmayacaktı...
Evvel Zaman içinde anlatılan masallara dönüşecektik...

Sevgilinin zamansızca çekip gidişi yada bir kuru yaprak olup ağaçtan kopuşumuzun aman aman hikayesi sunulacaktı dillerde...

Beyaz sabunun temiz kokusu kalmıştı ellerimde...
Kimseye sunamadım ellerimin beyazını ve hiç düşemedim ben bembayaz düşlerden yeryüzüne...
Yuvamın içinde kabuğumdan çıkma çabası içindeyken, bir kartalın beni kapması ile gözlerimi pençelerde açmış bir kuş gibiydim...
Sonumu görüyor ama emin olamıyordum...
Kaçacak kadar büyümeye hiç fırsat bulamamıştı kanatlarım...

Sustuk öylece...
'Su's demelerini beklemeden...
Kesmişlerdi çoktan faturamızı... Biz çekecektik kendi kahrımızı....
Hayat bir beden büyük gelmişti... Bu yüzden fazla 'hüzün' yemeli kilo almalıydık...

Nefes alışverişlerimiz bile semaya ulaştı...Nefes nefeseyiz hesapta...

Sayı doğrusundaki sonsuza giden oku çizmeyi öğrenmiş ilkokul çocuklarıyız her birimiz...
OKUYUP BÜYÜK ADAM OLACAĞIZ....


20 Kasım 2010 Cumartesi

Rüyalar, imparatorluk ve umut 'Şizofren Kızın Günlüğü (2)'

Dün gece acaip bir rüya görmüştüm...
Kızıp tekme attığın duvarlardan kanıyordu kalbim...
Ucuz bir şarkı fısıldıyordu odanın tüm hakim nefesinde...
Gülen yada gülümseyen yoktu... Ağlayanda...
Ne suçlu vardı sanki,nede avukatı...
Rüyalar biterdi... İşte öyle bir zamanda kalktım doğruldum yatağımdan..
Kapı tıkırtısı,sinek vızıltısı,ve orgazm çığlıkları kapladı odayı. Kapı deliğinden sızan gürültülerle...
Silmiştim kendimi kaplayan anılarımı...
Bir süre gözlüklerimin ardından bakacatım hayata...
Tıkırtılar bana sadece Beethovenın en sevdiğim senfonisi gibi gelecekti...
Savcılar yüksek kuruluna başkan seçilecektim o gece... Ve ben ne istersem içimde kurduğum imparatorluk onu yapacaktı....
Özgürdüm... Ve hastaydım... Ama ben öyle istediğim için... Seni 7kat yerin dibine gönderdim dün.... Üzerinede 7kat toprak attım... 3-5 harf döktüm birde... Benim çiçeklerim oydu çünkü bilirsin.
Sonra uzun zamandır sulamadığım bitkimi suladım ve kırılan kalbini onarmak için bol bol su ve dil döktüm...
Beni affetti...
Biliyormusun sevgilim akşama kadar bunlarla uğraştım dün...
Üstüne sıcak bir türk kahvesi içtim ve soyunup camdan gelen geçene baktım...
Sadece mutluluk için para ve zaman harcıyorum bugun...
Yarın gelecek ve öleceğim biliyorum...
Ama benim 'bugün' umudum var...



Hayatın kazandırdıkları (1)

Hayat bazen elindekini sana sormadan alıveriyormuş. Sen ardından bakarken yüreğine kazıdıklarının, koparıldığında kalan izlerini taşımaya ve yavaş yavaş silmeye başlıyormuşsun.
Ey sevgili hayat..
Verdin ve verdiğin gibide aldın elimden..
Bazen işin en güzel yanı hayatında gerçekten boşuna yer işgal edip içine çok kazımadığın insanların elinden alınmasıymış... Gitmelerindeki tek kötü şey 'gitmeleri' değil 'seni yaralayıp' gitmeleriymiş... Yani varken anlam ifade etmedikleri şeyi giderken vermeleri sana...
Yüreğin her zamanki gibi bir o yana bir bu yana savruluyor...
Yine 'sol anahtarı ile başlayan bir melodi' çalıyor kulaklarımda ....



13 Kasım 2010 Cumartesi

Düştüğüm kuyu... Derin kuytu...

Okuma onları.....
Okursan canın yanar yoksa kül olursun...Vucuduna batan ucuna iplik geçirilimiş iğneyi çıkartamazsın kalbinin en kanlı yerinden. Ayakların uyuşuncada kaçamazsın.. Derin yaralar bırakır ve şizofreni aşklara yelken açarsın.
Dün gece çok ağlarsın sonra.

Ve yarın kirpiğin yanağına düşmüştü.

Bugün ölümsüzlük bir bardak şerbetin içinde sunulmuş kana kana içememiştin.
Kanamıştı çünkü sol yanın. Parmakların ve uyuşan ayaklarından kaçıyordun.
Yine yakalanıyordun beyazperdedeki siyah gölgelere.
Ve gülümsetiyordu yeşil ağaçlar,herşeye inanan insanlar,minik serçe kuşları ve çizgi filmlerdeki aslan avı...
Kimse susamamıştı o gece... Çünkü herkes sadece susmuştu.
Deneme yanılma yöntemiydi hayat.
Kuytuda üşüyorduk biz. Sırtımıza bir şal bile atan olmamıştı.
Bir gece rüya görmüştüm. Rüyanın kesiklerini ben örmüştüm...
Hala düştüğüm kuyuda lambamı arıyorum...
Cin çıkıp dileklerimi gerçekleştirecek biliyorum....
Çünkü ben Ezelden beri Yasemin'ini arayan Alaaddin'im...

3 Kasım 2010 Çarşamba

Yaralar ve koltuğu dolduran adam 'Şizofren kızın günlüğü(1)'

En çok da derin sessizlik koymuştu.
Sağ yanım ürperiyor, sol yanım serçe parmağımdan bileğime uyuşuyordu....
Bademciklerimden tutta,ayağımın sol yanına kadar yaralar oluşmuştu.
Özel mesajlar,kurtulamayacağım bakışlar,ve uzun süren taahhütler kaplamıştı hayatımı ...
Kara kaplı defterimizin en ortasındaki 4'lü yaprağı yırmıştık.
Sol yanağımın acıyan yanına dokundum.
Ardından 3 defa hapşırdım...
Gribin kötü başlangıcı vücuduma çoktan nüksetmişti...
Sen ise öyle uzakta bir köşeden dilini kesip bir daha asla konuşamayacak bedenlerin çaresizliği ile duruyordun...
Duruşun dik ve sertti bakışların...
Hazin sonlarla biten masallardan kopup o koltuğa atmıştın kendini.
Şimdi suskun...

SİYAH BEYAZ bir SEN oturuyordu karşımda.....