2 Ekim 2012 Salı

Doğum Günü..

HER YIL DOĞUM GÜNÜNE ISLAK GÖZLERLE GİREN BİR KADIN BESLİYORUM AVUÇ İÇLERİMDE...
NEMLİ YÜZÜNÜ TOPRAĞA SİLİYOR VE DEVAMINA CÜMLE BULAMADIĞI HİKAYELER YAZIYOR.
HER YIL PARMAK UÇLARIYLA BASTIRIYOR ISLAK YANAKLARINI...
PARMAK UÇLARIYLA ACI YAZARAK...

1 Ekim 2012 Pazartesi

Bu geceden bahsettim..

Soğuk ve ucuzdu bu gece hayat. Sabaha kadar uykusuzdu ense köküne inen muhabbete düşkün gözlerimiz.. Boyun ağrıları, sporsuz vücutlar ve gece yarısı uyuyan komşuları uyandırma operasyonu = YÜKSEKSESMÜZİK......

Yanıp sönen 3 sigara....



30 Eylül 2012 Pazar

Hakimiyeti tek kişide kaybetmek

Bazen Dünya'ya hakim olduğunu hissederken, bazen de bir kişi karşısında ne yaparsan yap çaresiz olduğunu hissedersin. Görünmeyen duvarlar o kişiye bir yerden sonra yaklaşmana izin vermez. Onun hayatın hakkında her şeyi söyleyebilme gücüne ne zamandan beri bu kadar izin verdiğini düşünür şaşarsın. Hayatın seni ne zaman bu hale getirdiğini, nasıl olur da tek bir kişiye karşı bu kadar çaresiz bırakabildiğini düşünür de şaşarsın. Bir adımdan ileri gidemediğin duvarların önünde durur bakarsın hayatına. Hangi hisleri duyduğunu dinlersin. Kendine kulak verirsin ve sorular sorarsın benliğine. Kaydedilmiş aşamaları gözden geçirirsin. Zihninin derinliklerine iner bir yerde suçlu bir 'kişi' veya 'anı' bulmaya çalışırsın. Geçtiğin her yolda kolladığın ve sakladığın bir bölme vardır elbet. Ulaşamadığın bir kaç suç, belkide sadece bir kaç kuruntudan ibaret olan şeyler. Sonuçta her aşamayı değerlendirirken ve bir suç ararken en çok da kendini rahatsız edersin. İçini kemiren böceği bir kenara atmadıkça suçlu aramaya hep devam edersin... Dilinin ucunda çıkmış bir yara gibidir o. Oynamaya devam ettikçe asla kapanmayan, ama oynamadan da durulmayan.. Bir yerden sonra ya vazgeçer ya da hep aynı yerden bakarak gidersin...





6 Eylül 2012 Perşembe

Amélie soundtrack

Geleceğe bir kırıntı bırakmaksa amacın hadi bunu dinle ve bir şeyler yaz....

Hayatın arafı ve sorgulama...

Ben ne yaptım ki bu hayatın arafına sıkışıp kaldım.
Bir yanı dişi, bir yanı erkek kimliğin,
bir yanı siyah, bir yanı beyaz acıların,
bir yanı kara, bir yanı deniz
bir yanı aşk, bir yanı boşluk bu hayatın atılacak adımı ne ara göremez oldum.
Bir sigaranın külüne ne ara aşık olup şiirler yazdım.
Bir adamın dudaklarına ne ara tutuldum oradan çıkacak her kelime için...?
Ne zaman vazgeçip ardından uçurumdan attım kendimi...Ve ne zaman kurtuldum son anda ölmekten ?

Görünmez aşkın belirsiz kılavuzu.

Belki bir gün hiç beklemediğimiz bir yerde karşılaşırız da birbirimizi tanımayız... Sadece yazılarından ve parmak uçlarından tanıdığımız birbirimizi görsek ve gördüğümüzü bile hatırlamadan yan yana geçsek... Ne acı.... Kim bilir belki bir yerlerde karşılaştık seninle, bir otobüste, bir sahil boyunda, bir yol kenarında, durakta, vapurda, şehirler arası otobüs terminalinde... Belki... Aynı romana ağlamış iki insan olduğumuzu bildiğimiz halde, o aynı kelimelere ıslanmış gözlerin birbirini tanımaması, hiç görmemesi bize neler kaybettirir? Zaten göze aldığımız bir şey için mi hiç görüşmemeyi tercih ettik...
Aynı müziği dinlemiş kulakların birbirinin fısıltısını dahi duymamayı tercih etmesi kaçırılan fırsatlara da hayıflanmamasını mı gerektirir?
Aynı hikayede dans eden bizim, aynı ritme ayak uydurmaması kimin tercih kılavuzunda yazmaktadır?

15 Nisan 2012 Pazar

AĞIR ROMAN

Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye, zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın, raks ederken mahallenin maşallahı, eyvallahı, güzelleş be oğlum şimdilik ölümüne kadar hayattasın.

| Ağır Roman |





Yeşil Badanada Kurtulmak – Turgut Uyar

Sanki döşenmiş odalarda akşam güneşleri
öyle soğuk öyle kış günü.
yalancı inciden gerdanlıkları öyle kırık
öyle sulardan çayırlardan uzak öyle darmadağın
öyle namussuz öyle anasının gözü,
öyle bellediğim öyle kovduğum kırıp dökemediğim
vaktimin ortasına giren bu karanlık resim
dağda bozulup kalmış köhne otobüslere benzeyen
öyle tutkusuz öyle isteksiz öyle zifir şaşılır.

duramıyorum hemen sokağa çıkıyorum
ağaçlara kuşlara kağıthelvacılara çıkıyorum,
çakıltaşları renkli cam kırıkları kilit parçaları,
kuzuların sevip sevip yediği otlardan topluyorum
kuzulara vereceğimden değil, yok değil,
böyle çocukların sevdiği işler yapmak pek hoşuma gidiyor
ya da evde kalıp kocaman kalçalı kadın resimleri yapıyorum
o da hoşuma gidiyor.


t e r l i k s i z k a d ı n l a r k o r o s u

bizim çıplak topuklarımız mozayıkların üstünde ya
durmuyoruz günaşırı duvarlarımızı yeşille maviyle badana ediyoruz.
durmuyoruz dünyayı yeniliyoruz,
bir koltuğu oradan alıp öteye yerleştiriyoruz.
pencerenin yerini değiştiriyoruz
halıları temizliyoruz, yemekler pişiriyoruz
soğuk sularla yıkıyoruz ayaklarımızı kollarımızı boynumuzu
işimiz bitiyor, oturup sevilmeyi bekliyoruz
onlar o zaman geliyor.


k u r t u l m a y a h a z ı r l ı k

gittim kitapçılarda gazeteleri, dergileri karıştırdım
kırmızı beyaz yollu tentelerin altına serilmiş
bir dergide bir şiir okudum sevdim, – insan öpmeli, sevmeli sonra bol sularda yıkanmalı diyordu.
nasıl.
güzel, güzel resimler vardı.
baktım ışıdım.
degas’ın bir kadını, belli öpülmüş sevilmiş kandırılmış,
ama, sonra da yıkanmış bursa havluları ile kurulanıyordu.
öyle bir sevdim, içim bile gıcıklanmadı.
bir kalabalık bir kalabalık deniz gibi.
durdum evlerin katlarını saydım.
beş – altı – yedi.
her katta bir kadın bir erkek aklıma geldi.
ama öyle dümdüz değil. bildiğimiz gibi değil öyle.
başka türlü geldi.
sosis kokuları, bira kokuları, kavun kokuları geldi.
kavun kokuları geldi, tütün, lavanta kokuları geldi.
ah derim ne derseniz deyin ben işimi bilirim.
artık birçok şeylere hazırım. ölümden ötede.
bir başka sefer gidip sinemaların girişlerine duracağım, önce tabanca bıçak dövüşen sonra sevişen kadın erkek resimlerine bakacağım. uzun uzun.
sonra dalacağım kalabalığa.
ya hep bildiğimiz o yere gideceğim.
günüme göre
ya da yolüstü bir kahveye oturup orta şekerli bir kahve içeceğim
ne derseniz deyin ardımdan.



Aidiyet ve bukleli örgüler...

..Evet neyse... Geldim aynanın karşısına. Yarın saçlarımın güzel olmasına ihtiyacım var .. Fotoğraf çektireceğim çünkü. Malum sınavın başvurusunun son günleri. Aynada saç beğendim kendime.. Yok yok hiç beğenemedim. Biraz tülermişti. Yıkamak - gecenin bu saatinde - oldukça zor ve zahmetli bir eylem gibi geldi. Uzun saçlarımı ayırdım soldan sağa... Ve buklelerini açarak ördüm... Ayna bana, ben aynaya baktık. Bir baktım masum bir kız oldum. Az zaman içinde. Ben nerdeydim. Kimseye aitmiydim? Sonra _? evet tabi ya sonrası malum. Yetindim, bana verdiği görüntü için bir kez daha şükrettim... Gece, su, soda, şebnem ferah, klavye, blogspot.. Zeytin ve reçel kokuları sardı yine buraları. Ah Tanrı'm. Ne mutluyum şimdi. Ölsek mi ? ? ?

18 Mart 2012 Pazar

Gece.......

İşte yine ağlanacak bir dakikaya açılışımızı yaptık. Gene acınacak bir kadını örttüm üzerime. Gene kendimi acıta acıta idam ediyorum. Asılacak bir kaç boynum kaldı, onlarıda sandıkta saklıyorum. Hırçınlaştım ve kara giydim. Başımı vuruyorum şimdi. Parça parça edene kadar kirpiklerimi durmak yok ! Başka türlü nasıl geçer öfkem bilmiyorum. En acısıda nedir biliyor musun ? Öfkemi başka isimler altında asıl kendime duyuyorum. Bir kaç aktör bulup onlara vuruyor, repliklerde onları konuşturuyor, asıl başrolü kendim oynuyorum.. Bir kaç satır daha kaldı semaya ulaşacak. Bunları gizli tutmalıyım Tanrı'm. Gizlice kavuşmalıyım kendime. Ben beni sokak sokak parçalayıp, başka başka ağaçların diplerine gömerken parçalarımı, bir harita çizip geri dönme yolunuda bulabilecek iz bırakmalıyım Hansel - Grathel misali..
Bu gece semaya çok kilometre yakar Tanrı'm.
Bu gece ben beni çok uzağa atmadan bulmalıyım.
Bu gece asıl olmayan ben'i açığa almalıyım...