Ben seni düşünürken parmaklarımi kesiyorum
yusuf,,
sen hangi ellerin parmaklarına
parmaklarını doluyorsun...?
20 Eylül 2011 Salı
16 Eylül 2011 Cuma
Ruh çekişmeleri- 1
GürüLtülü bir hayatın sessiz Aşk'ları içinde kanıyorsunuz bir çoğunuz....
Yada çığlık atıyor ıslanıyorsunuz sadece kendi duyduğunuz yağmurda...
Susuyorsunuz sonra bir gün...
Ya ona su'suyorsunuz..
Yada sonsuzluğa suskunsunuz....
Yada çığlık atıyor ıslanıyorsunuz sadece kendi duyduğunuz yağmurda...
Susuyorsunuz sonra bir gün...
Ya ona su'suyorsunuz..
Yada sonsuzluğa suskunsunuz....
Öyle...
Yalnızlık değilde canımı acıtan ;
sana alışan yastık , yorgan , kedi , balkon demirleri, bakkal izzet amca, kapıcı rıza abi, gürültümüzden devamlı kapıya dayanan alt komşu sabiha teyze, cebinden gittiğin güne kadar çıkarmadığın anahtarlık, devamlı bozulan kumandamız falan .. Onların gözleri seni arar şimdi, hani,, Öyle...
(benden tutamlar- 16.09.2011)
sana alışan yastık , yorgan , kedi , balkon demirleri, bakkal izzet amca, kapıcı rıza abi, gürültümüzden devamlı kapıya dayanan alt komşu sabiha teyze, cebinden gittiğin güne kadar çıkarmadığın anahtarlık, devamlı bozulan kumandamız falan .. Onların gözleri seni arar şimdi, hani,, Öyle...
(benden tutamlar- 16.09.2011)
15 Eylül 2011 Perşembe
Ciddiyet ve kedi!
Suya yazılmış yazılar ne kadar ciddi durabiliyorsa yerinde bizde o kadar ciddi kalabildik bu hayatta.
Aşklara yoğunlaşmaya çalıştıkça okuduğumuz kitabın etkisiyle bir barıştık,bir küstük hayata.
Ne zor ama yediverenin güllerinden biri kalmak..Kalabilmek.
Bir mahsun kedi gibiyiz aslında hepimiz. Süt verilen yere bel bağlıyoruz günlerce. Bizi kanatanlara koşa koşa gitmek istiyoruz. Bizi acıtanların katı yüreklerine sımsıcak yaslanmak...Soğuk bir kış gününde sıcak kumlarda oturmak isteyip , sıcak günlerde kardan adam inşa etmek arzusuna benziyor bizimkisi. Elimizde olmayanın peşinden sürüne sürüne gitmek istiyoruz. Zamana bırakmadan, ki zamana bırakmak hep ağır gelir bize.
Yemek vakti gelince yazı yazmayı orta yerinde bırakan yazı aşığı kadınlardan oldum dün gece.
Herkesin kendine ait bir tanımlaması var bu hayatta! 'şu hayatta' 'o hayatta' ...
Aşklara yoğunlaşmaya çalıştıkça okuduğumuz kitabın etkisiyle bir barıştık,bir küstük hayata.
Ne zor ama yediverenin güllerinden biri kalmak..Kalabilmek.
Bir mahsun kedi gibiyiz aslında hepimiz. Süt verilen yere bel bağlıyoruz günlerce. Bizi kanatanlara koşa koşa gitmek istiyoruz. Bizi acıtanların katı yüreklerine sımsıcak yaslanmak...Soğuk bir kış gününde sıcak kumlarda oturmak isteyip , sıcak günlerde kardan adam inşa etmek arzusuna benziyor bizimkisi. Elimizde olmayanın peşinden sürüne sürüne gitmek istiyoruz. Zamana bırakmadan, ki zamana bırakmak hep ağır gelir bize.
Yemek vakti gelince yazı yazmayı orta yerinde bırakan yazı aşığı kadınlardan oldum dün gece.
Herkesin kendine ait bir tanımlaması var bu hayatta! 'şu hayatta' 'o hayatta' ...
8 Eylül 2011 Perşembe
1 Eylül 2011 Perşembe
Sen benim için kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça...
Biraz Sabahattin Ali'nin 'Kürk Mantolu Madonnası'ydın; biraz Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Huzur'da anlattığı Nuran, ve en çok da Nilgün Marmara'ydın. Ne yalan söylemeli, yine Tanpınar'ın 'Bir Yaz Yağmuru' romanındaki o büyülü, o uçarı kadında da senden çok izler vardı. Masum bir sevinç için ikbal yakan kadınlardandın sen...
Bir cinnetin, bir karabasanın yaşandığı buhayatta artık yoksun. İyiki de yoksun diyorum; çünkü çok acı çekerdin. Beynindeki esrar da yetmezdi seni avutmaya.
Ölümüne kadar, sana olan aşkımı bir sır gibi saklayıp, bu aşka o derin merhametinlebağlandığın için sana minnettarım. Çok yalnızım ve seni çok özlüyorum...
Sen benim için kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça...
Sende öylesin sevgili. Kırk yılda bir gibi... Benim için kırk yılda bir gibisin.
Kırk yılda bir ortaya çıkan hüzünler, gözyaşları, sevinçler ve özlemler gibi.
Sensizlik her zaman var ama sen kırk yılda bir.
Dayanılmaz bir şey benim için artık; kokunu duymamak, seninle konuşamamak, sana dokunamamak, seni içime doyasıya çekip sindirememek...
Ne yapacağım ben sensiz? Elimi kolumu bağlıyor sensizlik. Hayat boş sensiz, çevrem ne kadar kalabalık olursa olsun ben yalnızım sensiz.
Sensizim çünkü. Var mı başka açıklaması sensizliğin? Yıkıcı en son darbe oldu sensizlik bana. Karmaşıklaştı hayat, dayanılmaz oldu...
Çekilmez oldu mutlu anlar bile. Bir tek sen varken neşeyi bulabiliyorum ki o da kırk yılda bir artık...
Nasıl baş edeceğim ben kendimle, nasıl sindireceğim ben sensizliği içime? Öylece bıraktın gittin beni.
Şimdi ne yapacağım ben? Sana gönderdiğim her mektubu ben açıyorum yine. Neden böyle olduk sevgili? Neden? Kırk yılda bir rastlanan eski bir dost gibi oldu aşkımız. Çekilmez oldu o tatlı anılar.
Seni anılardan kıskanmaya başladım son zamanlarda. Aşk ne olur bırak yakamı.
Onsuz ne aşkın, ne yenilen yemeğin, ne ağzımdan çıkan sözcüklerin anlamı var. Sensizlik...
Ne kadar boş bir kelimeydi benim için eskiden. Ta ki sensiz kalana kadar. Ne kadar zormuş meğer sensizlik kelimesini sindirmek içime.
Zor olduğunu biliyordum hayatın, acımasız olduğunu da biliyordum. Ama bu kadar yaralarımı kanatacağını, ruhumu acıtacağı aklıma gelmemişti.
Zor sevgili! Eskiden seninle hafifliyordu anlamsız hayat sıkıntılarım. Ama sensizliği kim hafifletecek? Gelmeyeceksin geriye biliyorum. Dönmeyeceksin bana geri. Ama ne gelir elden? Hiç! Acı veriyorsun artık bana.
İstemiyorum seni. Düşünmek öyle çok acı veriyor ki bana eski yaralarım kanatan sensin artık ve onları tedavi edecek benden başka kimsem kalmadı sen gittiğinden beri. Ama ben tedavi edemiyorum sevgili. Senin açtığın yaralar senin eserin olduğundan tedavi edilmek istemiyor. Benliğimde hep bir parça iz bırakmanı istiyorum. Kapanmasın o yaralar. Senin yaraların onlar çünkü...
Kırk yılda bir açtığın yaralar kırk yılda anca kapanıyor ve kırk yılın ne kadar çabuk geçtiğini o zaman anlıyorum işte. Hayatımda rastladığım en güzel tesadüftün. Ne kadar pasif, pısırık ve bitkin anımda yakalamıştı beni aşk. İstememiştim oysaki. Ama aşk ne zaman seni beni dinledi ki? Gözlerime baktığın an hayatın sen, nefes alışlarımın senin için olduğunu anladım. Bu bir kaostu belki de. Hayatta aşk kaosu yaşam kaosundan daha anlaşılmaz belki ama söyleyecek bir şey yok aşkın üstüne.. Yeter artık oynamaktan, yalan söylemekten, sahte gülücük saçmaktan bıktım.. Bak şarkımız çalıyor ...
Bir cinnetin, bir karabasanın yaşandığı bu
Ölümüne kadar, sana olan aşkımı bir sır gibi saklayıp, bu aşka o derin merhametinle
Sen benim için kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça...
Kırk yılda bir ortaya çıkan hüzünler, gözyaşları, sevinçler ve özlemler gibi.
Sensizlik her zaman var ama sen kırk yılda bir.
Dayanılmaz bir şey benim için artık; kokunu duymamak, seninle konuşamamak, sana dokunamamak, seni içime doyasıya çekip sindirememek...
Ne yapacağım ben sensiz? Elimi kolumu bağlıyor sensizlik. Hayat boş sensiz, çevrem ne kadar kalabalık olursa olsun ben yalnızım sensiz.
Sensizim çünkü. Var mı başka açıklaması sensizliğin? Yıkıcı en son darbe oldu sensizlik bana. Karmaşıklaştı hayat, dayanılmaz oldu...
Çekilmez oldu mutlu anlar bile. Bir tek sen varken neşeyi bulabiliyorum ki o da kırk yılda bir artık...
Nasıl baş edeceğim ben kendimle, nasıl sindireceğim ben sensizliği içime? Öylece bıraktın gittin beni.
Şimdi ne yapacağım ben? Sana gönderdiğim her mektubu ben açıyorum yine. Neden böyle olduk sevgili? Neden? Kırk yılda bir rastlanan eski bir dost gibi oldu aşkımız. Çekilmez oldu o tatlı anılar.
Seni anılardan kıskanmaya başladım son zamanlarda. Aşk ne olur bırak yakamı.
Onsuz ne aşkın, ne yenilen yemeğin, ne ağzımdan çıkan sözcüklerin anlamı var. Sensizlik...
Ne kadar boş bir kelimeydi benim için eskiden. Ta ki sensiz kalana kadar. Ne kadar zormuş meğer sensizlik kelimesini sindirmek içime.
Zor olduğunu biliyordum hayatın, acımasız olduğunu da biliyordum. Ama bu kadar yaralarımı kanatacağını, ruhumu acıtacağı aklıma gelmemişti.
Zor sevgili! Eskiden seninle hafifliyordu anlamsız hayat sıkıntılarım. Ama sensizliği kim hafifletecek? Gelmeyeceksin geriye biliyorum. Dönmeyeceksin bana geri. Ama ne gelir elden? Hiç! Acı veriyorsun artık bana.
İstemiyorum seni. Düşünmek öyle çok acı veriyor ki bana eski yaralarım kanatan sensin artık ve onları tedavi edecek benden başka kimsem kalmadı sen gittiğinden beri. Ama ben tedavi edemiyorum sevgili. Senin açtığın yaralar senin eserin olduğundan tedavi edilmek istemiyor. Benliğimde hep bir parça iz bırakmanı istiyorum. Kapanmasın o yaralar. Senin yaraların onlar çünkü...
Kırk yılda bir açtığın yaralar kırk yılda anca kapanıyor ve kırk yılın ne kadar çabuk geçtiğini o zaman anlıyorum işte. Hayatımda rastladığım en güzel tesadüftün. Ne kadar pasif, pısırık ve bitkin anımda yakalamıştı beni aşk. İstememiştim oysaki. Ama aşk ne zaman seni beni dinledi ki? Gözlerime baktığın an hayatın sen, nefes alışlarımın senin için olduğunu anladım. Bu bir kaostu belki de. Hayatta aşk kaosu yaşam kaosundan daha anlaşılmaz belki ama söyleyecek bir şey yok aşkın üstüne.. Yeter artık oynamaktan, yalan söylemekten, sahte gülücük saçmaktan bıktım.. Bak şarkımız çalıyor ...
Cezmi Ersöz...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)