26 Aralık 2010 Pazar

Yeni bir adım atmadan önce 'doldurduğum sandalye'....

Duyduğum yeni şarkılar,
Başımı döndüren başlıksız yazılar.
Kendime inandıramadığım masallar...
Yarım kalan cümleler...
Bir bitiş kapısından geçerken aslına başlangıca döndüğüm anlar...
Yazdıkça büyüyen,olgunlaşan ağaç dalından sarkan bir meyve olan ruhum...
Keman sesinin yüreğime vurduğu acılı haykırış...
Söylenmemiş sözcükler ve hiç ısınmayan ayak parmak uçlarımla,ellerim...
Büyük taşların ufalanmasını istediğim anlar...
Kimseye ifade edemediğim adaletsiz cümlelerim...
Terk ettiğim şehirler...
Uzandığım eller..
Utanılan cehennem...
Nefesimden çıkan eski bir kitabın kokusu ve yağmurun toprağa düştüğünde havada bıraktığı o berrak iz...
Savurdum defterlerimi,kitaplarımı...
Yeni bir adım daha atmadan önce haykırdım tüm çığlıklarımı AVAZ AVAZ...
Yeni bir adım atmadan önce siyah beyaz'a boyadım tüm bulunduğum çerçeveleri...
Ve yeni bir adım atmadan önce yazdım bu yazıyı...
Şimdi sandalyemden kalkıp doğrulma zamanı....

20 Aralık 2010 Pazartesi

Hadi beni güldür biraz....

Ogün Sanlısoy Hadi beni güldür biraz deyince ...Tebessüm ediyorum..
Sanki meleğim ellerimden tutuyor beni...
Daha yolumuz var...
Sonuna kadar dayan...
DAYAN
DAYAN
DAYAN...

Dayanacağım..
Yanağımdan usulca öpüyor çünkü... Fısıltılarını sadece ikimiz işitiyoruz...
Şüphem yok....................
Yeterki...

HADİ BENİ GÜLDÜR BİRAZ................................!!!!! Daha çocuğuz biraz......


Matematik... EMİNEM RİHANNA...

Beynimin hücreleriyle geometri çözüyordum dün.
Bilinmeyen denklemler başımı döndürüp,
Mutlak değerde midem bulanmıŞ,
Eşitsizliklerde uyuyakalmıştım....

Eminem'i dinledim... Çok dinledim... Rihannada şarkı söyleyince çırpindı sıkışmış ruhum...

Uyanınca devam ettik beyin hücrelerimle savaşıp matematik çözmeye...

Hayatı çözmeye....


19 Aralık 2010 Pazar

Fahişeler....

Bazı Fahişeler hiç ölmezmiş... Yada masalların sonundaki sonsuza dek mutlu yaşayan prenses değilmiş Fahişeymiş...
İçindeki tüm adaletsizliğe küfreden pislikleri dışarı kusan Fahişeler...
Siyah,sarı,kırmızı,mor saçlı....
Ellerinde bir eşarp yabancı müzik eşliğinde erkeklerin organında oturup onları baştan çıkaran fahişeler...
Onların Asla görülmemiş zavallı hallerini gün yüzüne çıkaran fahişeler...
Dürüstler...
Gülerken ağlayabilen özel yaratıktır onlar...
En duygusuzlarında bile bulunan duygu havuzu mevcut....
Fahişelik yapmayıp kendini öyle gören dürüst mahluklar... Ayakta alkışlayıp onlar için 3 damla gözyaşı döküyorum...

Gözü kapalı yazılan duygu bulantısı notları....

Yıllar geçecek ve karşılaşacakmıydık o ıssız adam filminin son sahnesi gibi...
Gerçekten acıtıyormuş değilmi. Galiba sadece şarkılarda. Ama genede acıtıyor işte.
Katmer katmer büyüttük içimizdekileri.Katmer katmer ihanetleri. Tek suçlu onlarda değildi elbette.
Masumiyetin de bir belgesi yoktu sonuçta.
Yapılan rollerin ne kadarı gerçeğe yakındı,ne kadarının balkonundan sahte yüzler sarkıyordu.
Bitmeyen geceleri avuçluyor,gün ışıklarını gösterene kadar sayfamızı noktalarla dolduruyorduk.
Çok yakından geliyordu bizi anlatan şarkıların,yine bizi haykıran sözleri...
Bağrına bas beni...
Öyle diyordu işte....
Can yakan bir kalabalık yoktu.
Can yakan boşluklar ise hiç bitmemişti.
Deniz kokan şarkılar çalındı kulağımıza...
Benden başka,senden başka,bizden başka kimse anlamadı be sevgili...
Yapılan yanlışların bir telafisi varmıydı. Yaşartılan gözlerin.
Büyüdükçe hiç benzemek istemediğimiz katı babalarımıza, hep salya sümük ağlamaklı bulduğumuz duygusal annelerimize mi benziyorduk yoksa?
Boynu büküklere gülüp kendi eğriliğini göremeyen zavallılar.
Kimsenin okumadığı yazılara bir haykırış bestelerdik biz.. sevgi dolu.. Hissizlik dolu... BoŞLuk dolu....
Nöbet geçiriyorum gene. İmdadıma yetişme azrail... Sen ölüm meleğisin ..Melek deyip geçmemeyi öğrettin sen bize... Melek deme....'o da can yakar' hatta 'can alır'......

Sorma dedi ses... Nöbetlerdeyim başım duman....

22 Kasım 2010 Pazartesi

Nefes nefese 'Beyaz sabun kokusu'

Elimde beyaz sabun kokusu kalmıştı ve beyaz sütün temizliği takılmıştı aklıma.
Hayal edemediklerimizi birden karşımızda aniden görünce yaşadığımız şok nasılsa öyle tutulmuştu dilimiz.
Kararsız kaldık uzaklara göçen göçmen kuşların kuyruğuna takılıp takılmamak konusunda.
 Hedefinden şaşmadan atılan oklar gibiydi dün gece yüreğimiz. Birbirimize hiçte şaşırmadan saplanıvermiştik.
Geri dönüşü yoktu yaşanacakların...
Biz evvel zaman içinde derken; çoktan yaşamış olacaktık geleceği...
Torunlarımıza anlatacak küçük hikayeler bulacaktık aynı Titanic filmindeki Rose'un buruşmuş gözlerinden yaşlar gelerek anlattığı aşkı gibi...
Batan bir gemide ıslanmayacaktık belki.
Yada sevgilimizin donmuş bedenini derin sularda öylece kaybetmeyecektik.
Ama yanacaktık bir kere...
Sonra kahinlerin kehanetlerini doğrularcasına yaşayıp ardından bir güç savaşında dimdik doğrultacaktık bedenimizi... Gözyaşımız bizden alçağa akmayacaktı...
Evvel Zaman içinde anlatılan masallara dönüşecektik...

Sevgilinin zamansızca çekip gidişi yada bir kuru yaprak olup ağaçtan kopuşumuzun aman aman hikayesi sunulacaktı dillerde...

Beyaz sabunun temiz kokusu kalmıştı ellerimde...
Kimseye sunamadım ellerimin beyazını ve hiç düşemedim ben bembayaz düşlerden yeryüzüne...
Yuvamın içinde kabuğumdan çıkma çabası içindeyken, bir kartalın beni kapması ile gözlerimi pençelerde açmış bir kuş gibiydim...
Sonumu görüyor ama emin olamıyordum...
Kaçacak kadar büyümeye hiç fırsat bulamamıştı kanatlarım...

Sustuk öylece...
'Su's demelerini beklemeden...
Kesmişlerdi çoktan faturamızı... Biz çekecektik kendi kahrımızı....
Hayat bir beden büyük gelmişti... Bu yüzden fazla 'hüzün' yemeli kilo almalıydık...

Nefes alışverişlerimiz bile semaya ulaştı...Nefes nefeseyiz hesapta...

Sayı doğrusundaki sonsuza giden oku çizmeyi öğrenmiş ilkokul çocuklarıyız her birimiz...
OKUYUP BÜYÜK ADAM OLACAĞIZ....


20 Kasım 2010 Cumartesi

Rüyalar, imparatorluk ve umut 'Şizofren Kızın Günlüğü (2)'

Dün gece acaip bir rüya görmüştüm...
Kızıp tekme attığın duvarlardan kanıyordu kalbim...
Ucuz bir şarkı fısıldıyordu odanın tüm hakim nefesinde...
Gülen yada gülümseyen yoktu... Ağlayanda...
Ne suçlu vardı sanki,nede avukatı...
Rüyalar biterdi... İşte öyle bir zamanda kalktım doğruldum yatağımdan..
Kapı tıkırtısı,sinek vızıltısı,ve orgazm çığlıkları kapladı odayı. Kapı deliğinden sızan gürültülerle...
Silmiştim kendimi kaplayan anılarımı...
Bir süre gözlüklerimin ardından bakacatım hayata...
Tıkırtılar bana sadece Beethovenın en sevdiğim senfonisi gibi gelecekti...
Savcılar yüksek kuruluna başkan seçilecektim o gece... Ve ben ne istersem içimde kurduğum imparatorluk onu yapacaktı....
Özgürdüm... Ve hastaydım... Ama ben öyle istediğim için... Seni 7kat yerin dibine gönderdim dün.... Üzerinede 7kat toprak attım... 3-5 harf döktüm birde... Benim çiçeklerim oydu çünkü bilirsin.
Sonra uzun zamandır sulamadığım bitkimi suladım ve kırılan kalbini onarmak için bol bol su ve dil döktüm...
Beni affetti...
Biliyormusun sevgilim akşama kadar bunlarla uğraştım dün...
Üstüne sıcak bir türk kahvesi içtim ve soyunup camdan gelen geçene baktım...
Sadece mutluluk için para ve zaman harcıyorum bugun...
Yarın gelecek ve öleceğim biliyorum...
Ama benim 'bugün' umudum var...



Hayatın kazandırdıkları (1)

Hayat bazen elindekini sana sormadan alıveriyormuş. Sen ardından bakarken yüreğine kazıdıklarının, koparıldığında kalan izlerini taşımaya ve yavaş yavaş silmeye başlıyormuşsun.
Ey sevgili hayat..
Verdin ve verdiğin gibide aldın elimden..
Bazen işin en güzel yanı hayatında gerçekten boşuna yer işgal edip içine çok kazımadığın insanların elinden alınmasıymış... Gitmelerindeki tek kötü şey 'gitmeleri' değil 'seni yaralayıp' gitmeleriymiş... Yani varken anlam ifade etmedikleri şeyi giderken vermeleri sana...
Yüreğin her zamanki gibi bir o yana bir bu yana savruluyor...
Yine 'sol anahtarı ile başlayan bir melodi' çalıyor kulaklarımda ....



13 Kasım 2010 Cumartesi

Düştüğüm kuyu... Derin kuytu...

Okuma onları.....
Okursan canın yanar yoksa kül olursun...Vucuduna batan ucuna iplik geçirilimiş iğneyi çıkartamazsın kalbinin en kanlı yerinden. Ayakların uyuşuncada kaçamazsın.. Derin yaralar bırakır ve şizofreni aşklara yelken açarsın.
Dün gece çok ağlarsın sonra.

Ve yarın kirpiğin yanağına düşmüştü.

Bugün ölümsüzlük bir bardak şerbetin içinde sunulmuş kana kana içememiştin.
Kanamıştı çünkü sol yanın. Parmakların ve uyuşan ayaklarından kaçıyordun.
Yine yakalanıyordun beyazperdedeki siyah gölgelere.
Ve gülümsetiyordu yeşil ağaçlar,herşeye inanan insanlar,minik serçe kuşları ve çizgi filmlerdeki aslan avı...
Kimse susamamıştı o gece... Çünkü herkes sadece susmuştu.
Deneme yanılma yöntemiydi hayat.
Kuytuda üşüyorduk biz. Sırtımıza bir şal bile atan olmamıştı.
Bir gece rüya görmüştüm. Rüyanın kesiklerini ben örmüştüm...
Hala düştüğüm kuyuda lambamı arıyorum...
Cin çıkıp dileklerimi gerçekleştirecek biliyorum....
Çünkü ben Ezelden beri Yasemin'ini arayan Alaaddin'im...

3 Kasım 2010 Çarşamba

Yaralar ve koltuğu dolduran adam 'Şizofren kızın günlüğü(1)'

En çok da derin sessizlik koymuştu.
Sağ yanım ürperiyor, sol yanım serçe parmağımdan bileğime uyuşuyordu....
Bademciklerimden tutta,ayağımın sol yanına kadar yaralar oluşmuştu.
Özel mesajlar,kurtulamayacağım bakışlar,ve uzun süren taahhütler kaplamıştı hayatımı ...
Kara kaplı defterimizin en ortasındaki 4'lü yaprağı yırmıştık.
Sol yanağımın acıyan yanına dokundum.
Ardından 3 defa hapşırdım...
Gribin kötü başlangıcı vücuduma çoktan nüksetmişti...
Sen ise öyle uzakta bir köşeden dilini kesip bir daha asla konuşamayacak bedenlerin çaresizliği ile duruyordun...
Duruşun dik ve sertti bakışların...
Hazin sonlarla biten masallardan kopup o koltuğa atmıştın kendini.
Şimdi suskun...

SİYAH BEYAZ bir SEN oturuyordu karşımda.....

31 Ekim 2010 Pazar

Suskun....

GürüLtülü bir hayatın sessiz Aşk'ları içinde kanıyorsunuz bir çoğunuz....
Yada çığlık atıyor ıslanıyorsunuz sadece kendi duyduğunuz yağmurda...
Susuyorsunuz sonra bir gün...
Ya ona su'suyorsunuz..
Yada sonsuzluğa suskunsunuz....

26 Ekim 2010 Salı

Ellerinden bileklerine inerken, yine aşk, yine ben, yine kan !

Uyuyorsun yanımda tahsili yarım kalmış nehirler gibi. Akmıyorsun, durmuyorsun da ama hiç.. Varsayalım ki sevişiyoruz böyle kan revan; korkma! Ellerinden bileklerine inerken, yine aşk, yine ben, yine kan !
Küçük İskender

Nefes ....

Bazen yoksun...Bazen yoksun işte...ve ben bazen denince nefes alamıyorm biliyormusun... Sen yoksun ve sırf bu yüzden hep''bazen''de yaşıyorum...Islanan mendilleri,gözyaşlarımla beraber buruşturup attım...o kadar acıttın ki...Bildin...ruhunu saran o alev seni rahat bırakmayacak...'Bazen' aklına geliyormuşum?? Bendeki acının katlarcası sana gelecekken...Ne bileyim düşünüyorumda...Sahi sen hala NEFES ALABİLİYORMUSUN ???

Aşk bir kadının yüzüydü sadece...

AŞK, bir kadının yüzüydü sadece... Tutkuyu sana verdim,Aşkı kendime aldım... Aşk ve tutku yer değiştirdiler... Artık; Aşk benim, Tutkuda sen ...

Yoksa...Hoşçakal

YOKSA…..


Özlüyor musun şimdi sende beni?
İlk gülüşümüzü,ilk gözyaşımızı,ilk öpücüğümüzü,
Hatırlayıpta doluyor mu gözlerin?
Kaldırımlar yükseliyor mu senin gözündede?
Her düşen yaprak şimşek gibi çakılmıyor mu yere?
Gökyüzü parlaklığınımı kaybetti?
Yoksa eskisinden dahadamı parlak?
Bir kız çocuğu görüyorum uzakta,
Filmlerdeki gibi bembeyaz elbisesini giymiş
Elindede sırma saçlı bebeği
Ya gülümsüyor, ya ağlıyor
Arası olmamalı…
Sevgi sözcüğü ağırmı geliyor artık?
Yoksa her zamankinden dahada mı hafifledi?
Ya o çiçekler…
Biz mutluyken çok güzel açarlardı hani…
Şimdi biz ortadan bölündük diye mi büktüler boyunlarını?
Hani benim çiçeğim güldü.
Yoksa tüm güllermi soldu?
Söylediğimiz şakılar unutuldularmı bir bir…
Yoksa eskisinden dahamı net hatırlanıyorlar?
Dahamı çok şey anlatıyor o boşlukta?
Kelimeler çokmu anlamsız kaldı yokluğumda?
Yoksa yeni anlamlarmı kazandı tüm cümleler?
Yollar beraberken kısalıverirdi hani
Biz hiç uzun yolculuk yapamamıştık bu yüzden…
Şimdi o yollar hala kısa mı?
Yoksa yokluğum bir bir yolmu oldu sana ulaşılamayan?
Sevmekten usanmışmıydık?
Yoksa ayrılıkmı bıktırmıştı bizi?
Neler neler yaşadık hani…
Çokmu yorulduk acaba, sancı girdi sanki?
Yaralı ruhlarmı bıraktık birbirimizde
Yoksa birbirimizden uzaklaştıkça yaralarımız mı iyileşti?
Gülücükler gerçekten içtenmi?
Yoksa görülebilecek en sahte gülücüklerlemi oynuyoruz oyunumuzu?
Renk renk yaşıyoruz hayatımızı…
Hangi renkteyiz?
Ben toz bulutundan göremiyorum.
Takip edemediğim sadece haftanın günlerimi?
Yoksa mevsimleri bile unuttum mu?
Aşk sadece 3 harf mi?
Birde HOŞÇAKAL var yüzüne hiç söyleyemediğin 8 harf 3 heceli.
Bütün ‘yoksa’ diye başlayan cümlelerin altından inatla ‘var’ oldun…
Şimdi yine yüzün görünmezlerde….
Ama sen HOŞÇAKAL…

VİCTOR HUGO VE AŞK...

Sevdiğiniz için acı çekiyorsanız, daha fazla sevin

Hiçbir şeyin kusursuzu olmadığı gibi aşkın da kusursuzu yoktur

Aşk,meleklerin yıldızlara verdiği selamdır

Aşk, ya hayat ya ölümdür

Kainatın ufalıp bir varlıktan ibaret kalması,tek bir varlığın genişleyip Tanrıya kadar erişmesi;işte aşk budur

Güneş on saniyee batıdan çekilir
Aşk kadının kalbinden on senede batar

Sevmek, her şeyi saydam hale getirmektir

Nerede gerçek evlilik varsa,orada aşk ve ülkü beraberdir

Aşk bir deniz,kadın onun kıyısıdır

Aşk,meleklerirn yıldızlara verdiği selamdır

Aşkın orta derecesi yoktur

Hoşgörmek ve affetmek aşkın temelidir

Aşk, bizde bulunan bir ateş noktasıdır

Hayat bir çiçek,aşk ta onun balıdır

Aşk, iki iken bir olmak demektir

Eşi olmayan bir erkek, tetiksiz tabancaya benzer
Erkeğe ateş veren kadındır

Sevmek uçmak demektir

VİCTOR HUGO

Aşk bizi terk etmedi..

Biz bu dünyaya üç harfin mahrecini çıkarmaya geldik..

Ayın Kaf = Aşk

Aşk…

“Sen” tahtına kim oturmuşsa onun adıydı.

Ödenilen bedellerin ismiydi.

“Şunu yaptım. Bunu yaptım” dedikçe kanayan yanımızın acısıydı.

En kaygan yanından yürümekti kalbin düştükçe vazgeçmemek her düşüşte bir daha yenilenmekti.

Yüreği çatlatan en derin nefesti.

Sukutun sesiydi o.



Aşk

İçimizin en garip telaşıydı.

Tanıdık bir isimdi

Kişiler adedince yaşanmışlık taşıyan ama bilindikçe unutulan yanımızdı.

Sonu hüzünlü biten masalların en zalim kahramanı iken aynı anda en acınan taraftı.

Torbasında tek isimle gelen bir ömür o ismi tekrarlatandı.

Klasikleşmiş bir şiir gibi her an yenilenen yenilendikçe çoğalandı.

Hayatın nefes almaktan ibaret olmadığını öğretirken bir gözleri ahuya zebun edendi.

Bütün “sen”li anları toplatıp “işte hayat bu” dedirtendi.



Aşk

En mahrem yerden çizilip en utangaç yanımızdan sınıyordu.

Bencilliği unutup “sen” vadilerinde koşturuyor

Ertesiz bırakıp dünlere prangalıyordu.

Tüm mevsimleri değiştirip; zemheride yaz yazda karakışa dönüyordu.

Şikâyet ettikçe de acıtıp gülün dikeni oluyordu.

Her geceye bir isim kazıyor her sabaha o ismin kırıklarını seriyordu.



Aşk

Yalnızlığın peçesini açıyor acılarla yüz göz ediyordu.

Dile kadar gelip yutkunulan kırgınlıkların tadı oluyor

Yürekte kekremsi bir tad bırakıyordu.

Bu halinden hiç şikâyet etmiyor hüzünlendikçe bileniyordu.

Yani “Ben”li anları un ufak edip başımızdan aşağı serpiyordu.



Aşk

Üç harf tek hece iken

Bir ömre bedel olacak kadar derindi.

Bir şey için her şeyin feda edildiğini duyduğumuzdan beri vazgeçişlerin adıydı.

Bir damla gözyaşında tufanlar saklayandı.

O kadar güçlü bir o kadar masumdu.

Kimi zaman hoyrat bir rüzgâr oluyor; kızdıkça yıkıp hüzünlerde susuyordu.

Kimini mecnun edip çöllere düşürüyor

Kimini boğup deryada yitiriyor

Kimini zindanlara itip kendini bitiriyordu.



Aşk

Sonsuz sevgi vaad ediyor her başlangıcı bitişe gebe kılıyordu.

Korkunun ikiz kardeşi olup; hiç güvendirmiyordu.

Ruhumu üşütüp

Kalbimden bihaber eyliyordu.

Dilime sıkı düğümler atıp

Sözü namluya sürüp en ben yanıma nişan alıyordu.



Aşk

Aslını kimse bilmiyordu.

Yazıldıkça yazılıyor söylendikçe gizleniyordu.

Hesapsız harcamaya gelmişti zamanı kimseden müsaade almıyordu.

Deli bir tay gibi dizginlendikçe dikleniyordu.

Yürek evinin kapısını zorluyor kimi zaman açık unutuyordu

Binlerce küçük ayrıntıyı keşfettiriyor tüm geç kalmışlıkları kanatıyordu.



Aşk

Gitmek ve kalmak arasında sıkıştırıyor

Hep bulmamak için aratıyordu.

Sefersiz gemilerden bilet alıyor

Uykusuz banklarına yaslanıyordu.

Hiç ummadığımız anda geliyor umduğumuz anda gitmiyordu.

Zira umduğumuz an hiç olmuyordu.

Ve öğretiyordu

Aşk: Keşkesiz kaldıkça yaşanıyordu.

20 Mart 2010 Saat:11:55 :)

BU sabah Çok Fena ÇIĞLIK ATASIM atasım var.
Bağıra Bağıra şarkı söylemeliyim mesela.
Son ses müzik dinlemeliyim.
Kulaklarım patlamalı.
GÖKYÜZÜNDEDE UÇABİLİRİM.
Aman ALLAHIM ilaçların yan etkisinde yazıyormuydu bunlar.
Üstelik 4 saatlik uykuyla.

Şarkıda böyle demiş;
Konuşan vapurlara bindir beni,
Denize örtünecek gözlerim.
AŞK ve ACI giysiler denli karmaşık,
Şarkılarm geliyor kulaklarıma,
Renk renk açılmış dükkanlardan,
Bir Beyoğlu sabahı:):):):):)


14.06.2010 Saat 23:59

-Neden susuyorsun diye bağırdı adam....
-...........(sessizlik)..........

-Bir cevap ver? cevap ver......... dedi ve artık bir zamanlar bitanesi olanın donuk bakışlarından korkarak sarstı kadını...
-.............

Kadın konuşmadı.... Öyle boş bakıyordu ki.... Adam Sanki rutubetten nemlenmiş kirli, paslı ve asla tepki veremeyecek olan bir duvarla konuşuyordu...

Avazı çıktığı kadar bağırdı adam....
Sonra durdu.... Kadın tepki verir gibi oldu...Adam eğilerek gözlerine baktı kadının...

-Lütfen dedi... Lütfen....
-''Hiç''....

-''Hiç''mi? Bir ''Hiç''mi? saatlerdir sadece ''Hiç''mi...? diyerek tatmin olmamış cevap karşısında gözlerinin içine baktı kadının....
-..........

-Lütfen birşey söyle! Yeter! Lütfen.... diye son kez haykırdı adam kadına... Hatta yalvardı.....

-''Artık birşey hissetmiyorumki konuşayım.... Artık birşey hissedemiyorum...'' Dedi ve arkasını dönüp gitti kadın..... Aldatılmışlığın damakta bırakan soğuk hissini orada bırakarak...

İşte 'o an' kadın gerçekten gitti....

O günden beri kadından hiç haber alamadı adam.... 'Hiç'........

Kimse seni burada görmeden git. Ben ki varım; sen içimdesin, bunu bil"

LEYLA İLE MECNUN
Bir bütün idim ben Leylâ ile. Sense Leylâ’yım diyorsun. Sen Leylâ isen eğer; beni yakmaya hayalin yeter, takatim yok sana kavuşmaya. Varlığı olmayan bir zerreye aynadan ne fayda? Canım gideli hayli zamandır, cismindeki bir başka candır; bir özge candır. Sensin beni benden ayıran, uzaklaştıran. Ben yokum, senin tecellin var. Vuslatının ağır yükünü kaldıramam ki. Önceleri sen vardın, şimdi ben yok oldum. Manevi dünyamda dostum daima sensin. Dış görünüşe değer verme bahsi ortadan kalktı artık. Gönül çok önceleri sana koştu canım seninle gitti. Şimdiki canım Leylâ’ya değil, Mevlâ’ya yönelik. Bir’lik yolunda seninle olmam, yanarım. Şimdi, gözümün nuru, gönlümün aydınlığı!.. Ben maskaralığa nam salmışım nam salmışım bari sen bu yola girme. İçinden çıkma namus perdesinin. Mecnun olan benim; bana yaraşır delilik, kınamışlık. Şimdi git, aşk töresini, âşıklık geleneğini, maşuk gidişatını bozma. Gir şimdi, ey vefalı! Açtırma kötü söz arayanların dudaklarını; sakız verme dedikodu arayanların ağızlarına. Beni aramaya çıktığını âleme bildirip deliliğine ferman yazdırma. Kimse seni burada görmeden git. Ben ki varım; sen içimdesin, bunu bil"
İSKENDER PALA

Ve anne tenimi çamışır sularına bas...

Aşkın küf kokulu koridorlarında kırmızı rugan ayakkabılarımla sevdim onu...
Elimde AŞK yalnız terli ve çirkindim...
Buhranlıydı gözlerim...Tüm kahkahalarımın sesini kestim...
Gözyaşlarımı tuza bastım kokmasınlar diye...
Gidiyorsun gittiğin yere varmadan delirdiğim bilinsin istemiyorum...
Gözümün bebeklerini günah çemberlerinde uyutuyorum....
Şimdi ben beynimi kurcalasam kaç intihar çıkar içinden...
Daha ne kadar kaçak tütün basarım gözlerime...
Ve anne tenimi çamışır sularına bas...
O KOKUYORUM.... 

Asla okunmayacak satırlar....Büyük yazar,Küçük kız,Olgun kadın, Asil ruh..... Ya şimdi.!!!

Ah bu bedenin altında nasıl bir hayat taşıyordu küçük kız....

Kirpikleri ve nemlenen yüzü....

Sessizca alır laptopunu,daha önce hiç duymadığı bir müzik.... Melodisini kesitrmeye çalışırken yazar satırları....
Kaç göz görecekti bileklerine ulaşan parmaklarının yazdığı kelimeleri....
İlham perisi diye hitap etmişti kendine.... o yatağa yatıp gözlerini kapatmadan önce....
Sessiz şiirler yazmıştı nefesini unuttuğu kişilere....
Gözlerini tanımadığı bir evin duvarlarında açtığında nefesini başkasına emanet buldu....
Harici sorular sordu beyaz sayfalara benzettiği Aşk'lara.... Siz....ile başlayan.....!!!
-Siz hiç bana benzemiyorsunuz.....'u andırıyordu cümleden çıkan anlam....
Birileri uzakta, birileri yakında, birileri sadece ruhunu dinleyendi o nefeslerin....
Nasıl bir gün geçirmişti o beden....
Yaşamının hangi yılını yaşıyordu ve hicri takvimde yer varmıydı böyle bir tarihe....
Cevapsız sorular soruyordu gene....!!!!!!!!
Kimse duymuyordu da çığlık atıyordu kulakları patlatacak kadar şiddetli bir nefesle....
İnançdan bahsediyordu eskilerde kalan bir şarkının sözleri....
Yine yalancıydı akşam esintisi....
Güneşin ilk ışığıyla Temmuz sıcağına bırakacaktı yerini....
Geri dönüşü olmayan bir yoldan hep dönmüştü küçük kız....
Başaran tek kişiydi....
Büyük yazar,Küçük kız,Olgun kadın, Asil ruh.....
Ya şimdi.....????
Yıllardır kendine tabir ettiği 'stop lambasını göre göre adım atıyorsun' cümlesine yine ve yine uyacakmıydı yoksa geri adım ona doğrumu yaklaşıyordu....
Yemek kokusu,parfümün ışıltısı,cep telefonun eski ve parçalanmış sesi ve yaşlanmış ses tellerinin kullağında yansıması....
Hava-i fişekler patlatılıyor şerefime....
Şimdi gitmeliyim... Gökyüzü bugünün parçalanmışlığına, parçalamışlığıma inat benim için aydınlanıyor...
Müsadenizle demeyi çok isterdi o.... Ama gitti....

18 Ekim 2010 Pazartesi

Mikrodalga fırının sıcaklığında boğulan kalpler....

Uzak bir kadındı. Soğuk bakışlı, derin ve siyah gözleri, bembeyaz teni, siyah saçları....
Üşütürdü her sonbahar girişinde.
Kurtulamazdı kalbine sapladığı bıçağın izindeki adamın gölgesinden... Şarkılarda yer alan adamın km'lerce uzağında yaşar içine çektiği her karanlık tozda buram buram mecburiyeti yaşardı.

Beyni dönük sevişme sahnesindeki adamların pis ellerindeki mikropların nasıl farketmeden kendi vucudunu sardığını düşünürdü. Bir şizofren aşka tutulmuş yıllardır kullandığı ilaçlar bile artık etki etmiyordu... Gerçek olduğunu bildiklerinin rüya olması için binlerce kez kabul olmayacak dualar ediyordu...

Mikrodalga fırının önüne geçmiş öylece dönüşüne bakıyor alevlenip, bedeniyle beraber mutfağında annesinden kalma dantel peçetelerinde yanmasını istiyordu.
Uzun parmakları küçük ayakları vardı.
Herkesden aykırı şarkılar dinler en başarılı olduğu halde hep arka sıraları tercih edenlerden olmuştu. Kokusuyla bile iş görüşmesinde ilk kez görüştüğü müdürü etkilerdi.
Kalbi kapalı bir kitaptı.
Çok başarılıydı.
Ölse bile gururundan asla kimsenin önünde ağlamazdı.
Öyle bir sonbaharda tüm hikayeler sadece bu kadının üzerine yazılırken o nefes aldığı odayı, çırpındığı evini, kolayca girdiği işini, annesinden kalma dantel peçetelerini ve hatta yaşadığı şehiri bile terketmişti.
Kalbine sapladığı bıçağın izindeki adamın gölgesinden kaçarken
Son kez nefes almış...
Boşluğa dalarak kaçmıştı.
İkindi vakti...
Son kez Tren Gar'ında görülmüş, nefesinide burda bırakarak çekip gitmişti....
Odası,evi,peçeteleri ve hatta şehrin nefesini bile küstürmüştü kendine...
Elinde buruşmuş mendilini hiç bırakmadan dalmıştı o hiçliğe....
Bom boş ve anlamsızdı artık.. Kadın  yoktu....
Ve hiç'likle uğurlanmıştı....

13 Ekim 2010 Çarşamba

Cem karaca şiirine yakın mesafede yazılarla boğuşma (ayrılık yakıştı)

Ölmek istiyordum bacak aralarıma sığınan bir hayat arasında ve dudaklarından akan kanlar hürmetine. Parmaklarının sessizlikte nasıl çıtladığını duyuyordum. Bir Cem Karaca şiirinde sessizce yazıyordum...
Ağlamıyordum göz bebeklerim büyüyüp küçülüyordu sadece ... Kimsenin okumayacağı satırları yazıyordum ve kanatıyordum aşkı boydan boya. Bir mesaj sesi bile bozmuyordu sessizliği. Durmadan yazmaya devam ediyordum İstanbul geliyordu aklıma ve ben İstanbulda denize bakarak üşüyordum. Gece yarısı martı konuyordu omzuma, o ağlıyordu benim yerime. Sanki yıllardır içime akıttığım gözyaşı onun gözlerinden akıyordu. Okuduğum kitabın sayfaları bana hep acı aşılıyordu. Kadınlar,kitaplar,çocuklar,kanlar,acılar ve edebiyattan bahsediyordu. Sanki  yıllardır içinde sakladığı öfkesini benim üzerime kusuyordu yazar. Ağlayamıyordum bile üşütüyordu beni süründürüyor, acıtıyor, unutulmuş sanılan aşklara tekrar göz attırıp kalbime soktuğum bıçağı içimde oynattırıyordu... Fahişelerin kadehlerini görüyordum uzaklarda. Bir dolup bir boşalan VE birazdan bacak aralarını kanatmak üzere kırılıp kesik camları saklanan kadehler... Hain İstanbul diyordum. Cem Karaca susturuyordu beni. Git diyordu ruhuma.... Psikiyatrlara küfür et.... Derman değil, yarana bir çizik daha atan güven dağlarına bağır... Şiirleri susturan yüzlere  tükür diyordu...


Ruhumla onun ruhu karışmıştı...


Öyle ya...


Giyindiğim ayrılık bana çok yakışmıştı...


11 Ekim 2010 Pazartesi

Suskun çığlık...

Beni burada kimse bulamaz diye saklanmıştı küçük kadın. Bu saklambaçta kimse onu sobeleyemeyecekti...
Çok bağırmayacak. Fısıltıyla iz sürecekti sadece. Yer değiştirmesi gerekse bile yılan gibi sürünerek yapacaktı. Suskun bedeniyle, boncuklarını da sepetine koyup dudaklarının kıvrımlarımdan dökülecek sözcükleri gizleyecekti...

Sözünde duracak ... Gizli kalacaktı...

Telefon kayıtları (1)

Uzun süren bir kaosun ardından telefon çalar...
Masum bi konuşmaya karşı taraftan
-Beni asla bırakma sensiz olamam'' nidaları eklenince gözlerde yaşlar tutulamaz...
Ayrılık konuşmasının başlandıcıdır halbuki... Ama susulur. Böyle yakaran bir nefese
-Bitti' denilemez asla...
Susanır...
Ve susulur....

8 Ekim 2010 Cuma

Geceye direniş.

Soğuklar bastırmış ve kaban giyme mevsimi gelmişti. Daha sigara paketinden hiç yakılmamış çantada öylece dumanı çekilecek zamanını bekliyordu. Sakin ve uzun yolculuklardan sonra asansörün kapısını açıp tuvalete zor yetişilirdi. Beden aynı anda 3 yerdede, yer alırdı...Bilgisayar başında,sınıfın ortasında ve tuvalette...
Klasik migren saatlerinde bol miktarda ilaçla beden uyutularak avutulurdu. Yeni aşklara yelken açmış eski sevgililer rüyalarda ayakta alkışlanırdı. Ve perdede oynayan oyun gerçekleştiğinde asla düşlerdeki tadı vermezdi....!!!!!! Yeni bir güne merhaba demeden önce gecenin son demine kadar gözler açık kalmakta diretilirdi... Ve kasıntılarla beraber parmak egzersizlerinede son verilip hafifçe yorgan çekilerek veda edilirdi....

Gecenin hızlı adımları

Gecenin uzayan saatlerinde bir kadın çığlığı duyulur ve yeni başlangıçlara kaçmaktadır...
Uzun ve yıllar süren bir bekleyişten sonra dili damağına yapışana kadar koşar koşar koşar... Sadece ayak izlerini bırakmıştır gerisinde... Ve kadın başka bir kentte başka yolculuklara adım atmıştır. 'O'nlardan uzakta...

'SiyahBeyazBirKadın'

7 Ekim 2010 Perşembe

Kaçış ve sığınış...

Üşüyordum ve sakin bedenime yapışmış eller midemi bulandırıyordu... Kimse yaklaşamaz dedim bana kimse taşıyamaz bedenimi.. Yazdığım milyonlarca yazı miyonlarca kez okunmuştu ve popülerlik midemi kaldırmıştı. Sessizce süzülüp kaçtım aralarından...Ardımda milyonları bırakarak tanımadığım gözlere sığındım. Kimse sesini çıkaramazdı burda (!) öyle umuyordum. Burda daha rahat küsecektim hayata ve daha çok çığlık atacaktım... Tüm boşluğa haykırıyorum... Ben geliyorum.... Sadece ben....