15 Kasım 2011 Salı

Dinlenecek,,

Dinlemelisin.
Manga-Beni unutma...


Onur Ünlü'den.

Kalitemi kokuyor o ?

Bir Onur Ünlü filmi daha!
"Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi 18 Kasım’da size yakın bir sinemada. "
demiş Samed Karagöz....
Hadi hayırlısı ... izleriz artık...






Bilmemkaç!

İnsan böyle yazılar görünce okumak istiyor, hmm pardon yazmak...
Yazmak diyecektim işte. Tamda 12'den vurmak gibi bir şey..
Kalite kokacak yazdıkların.
Güzel yazılar okudum, ondan bahsediyorum anla işte! Afili filintalar deniyor az öncekine, google.com'dan girince...
Bu aralar haberleri takip etmeye başladım. Meğer; 'etkileniyorum o yüzden televizyon falan izlemeyeceğim' derken ne kadar provokatör haberleri kaçırmışım. Birbirlerini kötülemek için sahte yüzlerle röportaj yapanları mı ararsın, acıtasyon ile millete yaranmaya çalışanlarımı ararsın. Gündemi böyle boktan şeylerle takip ettim diye sevinen bizim gibileri mi ararsın. Ne ararsan buldum, hissettim işte. Ama işin garip tarafı bağımlılık yapıyor bide bunlar. İzledikçe 'acaba şimdi ne çıkacak' diye, sanki 'at yarışında kim öne geçecek' diye düşünüyormuş gibi ekrana yapışıyorsun. Aaa! ardından bir bakıyorsun, hep reklamını gördüğün ama bir türlü izleyemediğin dizinin 11 dk 52 sn. sonra başlayacağı alt yazısını görüyor ve hadi bu kadar gelmişken birde onu izleyip de kalkayım diyorsun. 36bilmemkaç reklamın girdiği o saçma sapan diziyi, çekirdek çitleterek izlerken buluyorsun kendini. Sonra bakıyorsun saat bilmemkaç olmuş. Uykun gelmemiş. Zaten hiçbir akşam uykun gelmez senin.
Sabah sürüne sürüne 'bu akşam valla erkenden yatacağım' diye kalkıp, akşam olunca da asla yatamayız.
İşte böyle gecenin bilmemkaçında sızmış olarak bulunuyorsun koltukta.

Saatini kurmayı unutmadıysan iyisin yine..
Ya unuttuysan!
Allah kurtarsın kardeş...

2 Kasım 2011 Çarşamba

Tarihlerden bugün..

Seni seviyorum diyememiştim telefonu kapatırken,
Halbuki bunu bekliyordu.. 
Benimde içim acıyordu işte. Hem seni seviyorum diyemeyip hemde onu yanımda taşımak, her geçen gün ikimiz arasına yeni bir ip daha dolamak, çözmek istesek de çözemeyeceğimiz , kurtulması mümkün olmayacak düğümler atmak.. İşte böyleydi. Bağırmak , çığlık atmak istiyordum aslında. Ona söylemek isteyip de her defasında içime attığım cümleleri , git gide söylenmediği için yara - yaradan da kabuğa dönüşen- bir kanamayı, çok defa açığa çıkarmak istiyordum. Ama her defasında yine aynısı oluyordu.
Kendimi susarken buluyordum...
Çoğu kez yalanlar söyleyerek sürdürdüm.
Ve bazı kez içimdeki rüzgar açığa çıkıp kendini belli etti , 'konuş' dedi , artık susma... 
Tam haykıracakken de vicdan duvarı çarptı yüzüme...
Susmak ve oyunu sürdürmek zorunda kaldım...
Biliyordum. Üzerimden yıllar geçtiğinde de, gene bunlar olacaktı..
Gene kaçmak isteyecek , kaçamayacak. Gene rüzgarlara kapılacak ama oyun oynamaya devam edecek, belki bir süre rüzgara kapısını kapatacak fakat gene özünü hatırlayacak, yinede hayaline kavuşamadan bu hayatı sonlandıracaktım...
Ve Biliyordum..
Değişen hiç bir şey olmayacaktı..

Ve tutkusunu içinde saklamış ve ruhunu damıtamadan bu hayattan geçmiş bir kadın olarak ölecektim..

(siyahbeyaz)


11 Ekim 2011 Salı

Son yolcu...

Hiç başlamamıştı ki zaten... Hiç...
Nasip değildik birbirimize... Ben erken bindim trene, sense geç kalan son yolcuydun...
Kesişmedi yollarımız...


20 Eylül 2011 Salı

yusuf, (01)

Ben seni düşünürken parmaklarımi kesiyorum


yusuf,, 


sen hangi ellerin parmaklarına 


parmaklarını doluyorsun...?


16 Eylül 2011 Cuma

Ruh çekişmeleri- 1

GürüLtülü bir hayatın sessiz Aşk'ları içinde kanıyorsunuz bir çoğunuz....
Yada çığlık atıyor ıslanıyorsunuz sadece kendi duyduğunuz yağmurda...
Susuyorsunuz sonra bir gün...
Ya ona su'suyorsunuz..
Yada sonsuzluğa suskunsunuz....





Öyle...

Yalnızlık değilde canımı acıtan ;
sana alışan yastık , yorgan , kedi , balkon demirleri, bakkal izzet amca, kapıcı rıza abi, gürültümüzden devamlı kapıya dayanan alt komşu sabiha teyze, cebinden gittiğin güne kadar çıkarmadığın anahtarlık, devamlı bozulan kumandamız falan .. Onların gözleri seni arar şimdi, hani,, Öyle...

(benden tutamlar-  16.09.2011)



15 Eylül 2011 Perşembe

Ciddiyet ve kedi!

Suya yazılmış yazılar ne kadar ciddi durabiliyorsa yerinde bizde o kadar ciddi kalabildik bu hayatta.
Aşklara yoğunlaşmaya çalıştıkça okuduğumuz kitabın etkisiyle bir barıştık,bir küstük hayata.
Ne zor ama yediverenin güllerinden biri kalmak..Kalabilmek.
Bir mahsun kedi gibiyiz aslında hepimiz. Süt verilen yere bel bağlıyoruz günlerce. Bizi kanatanlara koşa koşa gitmek istiyoruz. Bizi acıtanların katı yüreklerine sımsıcak yaslanmak...Soğuk bir kış gününde sıcak kumlarda oturmak isteyip , sıcak günlerde kardan adam inşa etmek arzusuna benziyor bizimkisi. Elimizde olmayanın peşinden sürüne sürüne gitmek istiyoruz. Zamana bırakmadan, ki zamana bırakmak hep ağır gelir bize.

Yemek vakti gelince yazı yazmayı orta yerinde bırakan yazı aşığı kadınlardan oldum dün gece.
Herkesin kendine ait bir tanımlaması var bu hayatta! 'şu hayatta' 'o hayatta' ...

8 Eylül 2011 Perşembe

ölümde dönüş...

Bazen ölmeden asla o şehre dönmeyeceğimi biliyordum..

1 Eylül 2011 Perşembe

Sen benim için kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça...

Biraz Sabahattin Ali'nin 'Kürk Mantolu Madonnası'ydın; biraz Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Huzur'da anlattığı Nuran, ve en çok da Nilgün Marmara'ydın. Ne yalan söylemeli, yine Tanpınar'ın 'Bir Yaz Yağmuru' romanındaki o büyülü, o uçarı kadında da senden çok izler vardı. Masum bir sevinç için ikbal yakan kadınlardandın sen... 

Bir cinnetin, bir karabasanın yaşandığı bu hayatta artık yoksun. İyiki de yoksun diyorum; çünkü çok acı çekerdin. Beynindeki esrar da yetmezdi seni avutmaya. 

Ölümüne kadar, sana olan aşkımı bir sır gibi saklayıp, bu aşka o derin merhametinle bağlandığın için sana minnettarım. Çok yalnızım ve seni çok özlüyorum... 

Sen benim için kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça... 




Sende öylesin sevgili. Kırk yılda bir gibi... Benim için kırk yılda bir gibisin.
Kırk yılda bir ortaya çıkan hüzünler, gözyaşları, sevinçler ve özlemler gibi.
Sensizlik her zaman var ama sen kırk yılda bir.
Dayanılmaz bir şey benim için artık; kokunu duymamak, seninle konuşamamak, sana dokunamamak, seni içime doyasıya çekip sindirememek...
Ne yapacağım ben sensiz? Elimi kolumu bağlıyor sensizlik. Hayat boş sensiz, çevrem ne kadar kalabalık olursa olsun ben yalnızım sensiz.
Sensizim çünkü. Var mı başka açıklaması sensizliğin? Yıkıcı en son darbe oldu sensizlik bana. Karmaşıklaştı hayat, dayanılmaz oldu...
Çekilmez oldu mutlu anlar bile. Bir tek sen varken neşeyi bulabiliyorum ki o da kırk yılda bir artık...
Nasıl baş edeceğim ben kendimle, nasıl sindireceğim ben sensizliği içime? Öylece bıraktın gittin beni.
Şimdi ne yapacağım ben? Sana gönderdiğim her mektubu ben açıyorum yine. Neden böyle olduk sevgili? Neden? Kırk yılda bir rastlanan eski bir dost gibi oldu aşkımız. Çekilmez oldu o tatlı anılar.
Seni anılardan kıskanmaya başladım son zamanlarda. Aşk ne olur bırak yakamı.
Onsuz ne aşkın, ne yenilen yemeğin, ne ağzımdan çıkan sözcüklerin anlamı var. Sensizlik...
Ne kadar boş bir kelimeydi benim için eskiden. Ta ki sensiz kalana kadar. Ne kadar zormuş meğer sensizlik kelimesini sindirmek içime.
Zor olduğunu biliyordum hayatın, acımasız olduğunu da biliyordum. Ama bu kadar yaralarımı kanatacağını, ruhumu acıtacağı aklıma gelmemişti.
Zor sevgili! Eskiden seninle hafifliyordu anlamsız hayat sıkıntılarım. Ama sensizliği kim hafifletecek? Gelmeyeceksin geriye biliyorum. Dönmeyeceksin bana geri. Ama ne gelir elden? Hiç! Acı veriyorsun artık bana.
İstemiyorum seni. Düşünmek öyle çok acı veriyor ki bana eski yaralarım kanatan sensin artık ve onları tedavi edecek benden başka kimsem kalmadı sen gittiğinden beri. Ama ben tedavi edemiyorum sevgili. Senin açtığın yaralar senin eserin olduğundan tedavi edilmek istemiyor. Benliğimde hep bir parça iz bırakmanı istiyorum. Kapanmasın o yaralar. Senin yaraların onlar çünkü... 
Kırk yılda bir açtığın yaralar kırk yılda anca kapanıyor ve kırk yılın ne kadar çabuk geçtiğini o zaman anlıyorum işte. Hayatımda rastladığım en güzel tesadüftün. Ne kadar pasif, pısırık ve bitkin anımda yakalamıştı beni aşk. İstememiştim oysaki. Ama aşk ne zaman seni beni dinledi ki? Gözlerime baktığın an hayatın sen, nefes alışlarımın senin için olduğunu anladım. Bu bir kaostu belki de. Hayatta aşk kaosu yaşam kaosundan daha anlaşılmaz belki ama söyleyecek bir şey yok aşkın üstüne.. Yeter artık oynamaktan, yalan söylemekten, sahte gülücük saçmaktan bıktım.. Bak şarkımız çalıyor ...



Cezmi Ersöz...




23 Ağustos 2011 Salı

VARAN 123

Varan1: Şimdilerde sonsuzluğa doğru yolculuk yapma planım var. Oradan geride kalmışlara noel baba süslemeli kartlar göndermeyi planlıyorum.

Varan2:Oysa hiç siyasetle işim olmamıştı benim. Ne kalbim soldan atıyor diye sağımdakileri kovdum , ne sağda hayır var diye solumu sildim...

Varan1:Neyse ki uzaklar güzel yerler.

Varan3:Uyku saati gelen her genç kız rüyaya dalmadan önceki 7 dakika yaşanmış -yaşamak isteyip yaşanamamış- yıllarını düşünüyormuş... Senaryolar üretiyormuş. Keşkeleri tavan yapıyormuş..
Bazıları bu hayalleri suluyormuş... Gözlerindeki yağmur bulutlarıyla.

Uykusu gelen her gençkıza noelbabalı kartlaratıp solyanlarını sağduyumla sulayacağım...

Belki kağıttan gemiler yaparım,uçaklar,uçuşlar,kaçışlar için.. Bir deniz yolculuğunda uyumaları için...








18 Ağustos 2011 Perşembe

Yaşanmış yılların üstüne bir hikaye...

Herşeyi mahfettiğim gündü.
Arabada ilerliyorduk.
Vedalaşma anı geldiğinde durdu... Baktı gözlerime.
Yapmacık bir sarılmayla veda etmeyi planlarken; neyin var diye sordu...
-Neyim yok ki
demeyi çok istedim.
Ama ne diyeceğime karar veremeyip sustum.
Beynim bana bir çok cümleyi aynı anda söylemem için baskı uyguluyordu. Ama dudaklarım ısrarla susmayı yeğliyordu. Aslına baktığımda neden sustuğumu da anlayamıyordum. Hani olur ya insan -bir olay yaşandıktan sonra- rüya gibiydi be! der hani.. İşte ben daha yaşanmadan -rüyada gibiyim be- diyordum.
SUSKUNLUĞUMU KONTROL EDEMEDİĞİM BİR ANDAYDIM.
Oysa ki dün gece herşeyin ne kadarda güzel olduğunu düşünüyordum..
Ben düşünürken gözlerime baktı , gözlerine baktım...
Sakince gözlerini etrafta gezdirdi, bu kez arabanın dışındaki dünyayı izlemeye bıraktı gözlerini...
Sessiz düşüncelerdeydi..
Her zamanki gibi ısrarla atılmadı üzerime.
Belki o da ben gibi dün gece herşeyin ne kadar da güzel olduğunu düşünüyodu. Ve neden bir anda bana 'sus'maların geldiğini... Neden sık sık bana 'sus'maların geldiğini...

İkinci kez 'Son kez' gözlerime dayadı gözlerini... Bu sefer suskunluğu bozan ben oldum....
-Niye böyle olduğunu- her defasında niye böyle olduğumu- merak ediyorsun değil mi diye sordum...
Aslında bunu söylerken söylemlerimde kararı ben değil dilim veriyormuş gibiydi.

Baktı - bakıyordu hala neden dercesine...

Ağlamaktan ve ağlatmaktan korkuyordum. Sanırım onca zaman; sırf bu yüzden 'sus'tuktan sonra hiç açıklama yapmamış bir kaç saate hiç birşey olmamış gibi davranmaya devam etmiştim...
Ama bugün farklıydı...
Bu sefer hiç olmadığım kadar cesur ve aptaldım...

-AŞIĞIM dedim....

Bir an 'tüm sebep bu mu yani' dercesine durdu. Gözleri bana bakarak (ki hiç ayırmamıştı) gülümser gibi oldu.
-Bende sana AŞIĞIM diyecek gibi tam ağzını açtı ki...

-BİR BAŞKASINA dedim....

İşte bunu neden dediğimi o gün ve yıllar sonra hiç anlamadım...
Gizlediğim ve ömrümün sonuna kadar gizleyeceğim bir sırrı neden nefesinde huzur bulduğum adama açtığımı hiç anlamadım... Oysa ki bu gizli aşk'ta kendime sırdaş yapacağım son insan o'ydu...

Yıllar ve yollar uzaklıktaki bir aşkı hala nasıl yaşattığımı ona anlatamadım... Çünkü kalbimin ihanetinin tüm perdelerini ona açsaydım biliyorum ki yaşayamazdı...

Yıllarca; bu ihanetin nasıl olduğunu merak ettiğini ve bu soru işaretleri ile beynini kemirdiğini adım gibi biliyorum...

O gün;
Bu kadar doğruculuk oyunu yeter dediğimi hatırlıyorum... Küçükken oynadığımız doğruluk mu cesaret mi oyunu geldi aklıma... Bugün ben oyunun kurallarını yıkıp ikisinde, hem doğruluğu, hem cesareti seçmiştim...

Ama şimdi bir şeylerin bugünden sonra eskisi gibi olmayacağını -yıllarımı verdiğim adamı artık bulamayacağımı- anladığımda ; 'daha az acıtacağını düşünerek' küçük yalanlar söyledim.... Aldatılmışlığın damakta bıraktığı kekremsi tadı biraz daha yumuşatmaktı amacım..
Son veda'ydı..

Belkide eski bir alışkanlığımı terk ediyordum bugün... O'nu terk ediyordum...

Aşık olduğumu, neden karşı gelemediğimi bilmediğimi, pişman olduğumu (ki o daha az acısın diye söyledim) , sanırım artık beni istemeyeceğini, hayatımda o adamın yada bir başkasının asla olmayacağını, kendimi affetmeyeceğimi (bu da kesinlikle yukardaki parantez içiyle aynı sebepten söylenmiştir) , onu hep seveceğimi, hoşça'kalmasını söyleyerek arabayı ve onu sonsuza dek terk ettim...

Ağladığını biliyordum... Ağladığımı biliyordum...
Neden bugün, böyle bir şey yaptığım dışında her şeyi biliyordum...

Yıllar sonra bile hep bugüne gittim. Senaryoyu zihnimde değiştirip her defasında farklı farklı oynadım... 'Şöyle diyebilirdim, şunu yapabilirdim, aşktan ölebilirdim, böyle olsaydı bunların hiçbiri olmazdı, niye o anda cevap vermedim, bunu söyleyebilirdim' gibi ufak değişikler yaparak, hayatımın dönüm noktası olan bu olayla kavga edip durdum....

Beni arkadaşlara sorduğunu duydum. Kendini kaybettiğini, çok ağladığını, hep ağladığını, intihar edip başarılı olamadığını, yıllarca unutamadığını, kaç sevgili değiştirip hepsine benim adımla hitap ettiğini, yapma gülücüklerle zamanı geçirmeye çalıştığını vb. vb. vb.

Sonra evlendi.
Kızı oldu.
-Adı mı?

Benimkini koymadı tabi ki.

Zaten öyle şeyler kitaplarda , şarkılarda, filmlerde olur. Ama adını koysaydı onunki ölümsüz aşk olurdu... Hepinizin kahramanı olurdu...
Ben de bu aşk'ı bile katledebilen KADIN...







7 Ağustos 2011 Pazar

Dün gece yaşananlar. 'Şizofren Kızın Günlüğü 3'

Şimdi yani gecenin bu saatinde ayaklarım uyuşarak yazıyordum yazılarımı.
Aklımda niye kendimi ifşa ettiğimin soruları kol geziyor, bir yandan ayyuka çıkmanın önlenilemez bir şekilde hazzı kol geziyordu tüm hücrelerimde.
Bitmek bilmez bir kitapla boğuşuyordum şu sıralar. Ve her kelimesinden boğulduğumu hissettiğim cümleleri görüyordum karşımda.
Kaçmak isteyip kaçamayan küçük karıncalar gibiydim yine dün gece.
Olur olmaz şeylere korkuyor, uykusuzluğumu yatağımın altına mesken kurmuş böceklerle paylaşıyordum..
Olmadık anlarda tuvaletim geliyordu.
İşte yine karıncalar.
Her yanı sarmışlardı .

Onlara benziyordum. Onlar gibi siyah -saçlarım- vardı. Siyah gözlerim nitekim. Ve esmer vücudum...
Sarışınlardan nefret ettiğim kadar etmemiştim kimseden nefret..

Hepsi Dün Gece Yaşandı Bunların.

Sen bilmezsin sen okumazsın sen düşlemezsin bunları..
Biliyorum virgül koymadım son cümleme.
Zaten ayırmak istememiştim hiçbir kelimenin ardını. Tıpkı sen ve beni AYIRMAK istemediğim gibi...
Bir iyi geceler Nida'sı yaktım Tüm evrene...
Tamda dün gece...
Hayalperestliğim bana ait.
Ben ise uykudayım...

Olabildiğince karanlıkta - kaçıyorum... -


ŞİMDİ...1

Şimdi; her söz, her yol ona çıkıyordu...




5 Temmuz 2011 Salı

Hızlıca yazılanlar

İşte şimdi tam da şu anda kafamı kuma gömüp, ardından ölmek istiyorum..
TAM ŞU AN..


Dondurma

Kendime bir dondurma ısmarladım...
Yokluğunda böyle avutuyorum bu çocuğu.... 


29 Haziran 2011 Çarşamba

Hoşgeliş yazısı....

Başka yerlerden beni arayıp bulan misafirime...

HOŞGELDİN....



Ben kendime gelip yetişkinliğe adım attığımdan beri kızıyordum anneme.

Ben kendime gelip yetişkinliğe adım attığımdan beri kızıyordum anneme.




(Bu yazının devamını daha sonra yazacağım... İsterdim ama başka alemlere gittim geldim...)


Sevgili Güllük - Ah muhsin ünlü..

insanlar sabahları uyanırlar. güneş sabahları doğar. insanlar işe giderler. ayakkabı giyerler. bazen laciverd, bazen siyah, bazen beyaz arabalara binerler. bazen de kahverengi ayakkabı giyerler. hava vardır. su vardır. bazen yağmur ya da kar yağar. kış vardır. kışın hava erken kararır. evlere gidilir. çorba içilir. şeftali yenir. insanlar pazen ya da başka kumaşlardan dikilmiş pijamalardan giyerler. pikniğe gidilir. at vardır. en çok kahverengi ya da ona yakın renklerde atlar olur. bazen taksi tutulur. kuşlar havada uçar. yer vardır. ona basılır. yaz olunca denize girilir. balıklar yüzerler. yeşil vardır.
ah muhsin ünlü




11 Haziran 2011 Cumartesi

Şimdi...............

Ben biliyorum hala özlüyorsun beni.. Belki yaşanacak çok aşkımız vardı ellerimizde... Ama kocaman bir YOK'uz şimdi... Şimdi nerdesin kimbilir.. Bu gece sana uyuyacağım...

10 Haziran 2011 Cuma

Sonradan akla gelenler...

En çok şizofrenik hallerini geç fark edişime gülüyorum... Şimdi nasılda karşımda öylece hayret edici derecede beni kandırmışlığının komikliği duruyor...

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Sevgilim....

Sevgilim... İlk kez dinlediğim bir müzik çalıyor kulağımda. Az önce seni hatırlatan kahramanlar gördüm. Gözlerimden tuzlu yaşlar akarken dostlarıma yazdım. Senden uzakta geçiyor her günüm. Sanırım Hayatı AŞK'la aldatıyorum...

İnceden, hani kimsenin göremediği yüzler seçtim bu gece... Kimsenin kolay fark edemediği ince hisleri tattım... Sahte olmayacak kadar basit insanlarla geçirirken ömrümü, aslında senin kısacık zamanda hayatıma kattığın değerin ne kadar anlamlı olduğunu öğrendim.. Senin olmadığın her an seni koydum herkesin yerine. Sensizdim biliyorum ve bu benim imtihanım olacaktı. SENSİZLİK....

Fon müziği çalıyordu bu yazının arkasında.. Ve ben üşüyordum. Çünkü sırf üşümek için çıkarmıştım üzerimdekileri... Tıpkı sen gittiğinde üşüyeceğimi bile bile seni terk ettiğim gibi....

Sana yaklaşmadan sana benzemeye çalıyordum sevgilim.. Ama fark edemedim... Çünkü ben bir kere sana karışmıştım. Kurtulmaya çalışsam bile senden izler bırakacaktım geçtiğim her yere...

Ben hep sallanıyorum sevgilim.. Sanırım ruhum artık depremler yaşayan bir gök kubbe...

Sen yoksun ve ben bazı geceler ağlıyorum.. Yani sebebini bilmiyorum.. Bazen sebepsiz ağlıyorum, sonra dostlarımı arıyorum birazda onlarla ağlıyorum. Sonra kahkaha atıyorum ne bileyim güldürüyorlar beni.. Senin yokluğunda ben böyle büyüyorum sevgilim... Seni büyütüyorum içimde... Bir gün yok olacaksın belki... 

Ama bende biliyorum sevgilim;
adım, kazınmış olarak hep uyuyacak ruhunun salıncağında....










22 Mayıs 2011 Pazar

K.İ

Bu yazıyı okuyabilmeniz için mause'unuzla bu yazıdan aşağıdaki resme kadar tüm sayfayı işaretlemeniz lazım..
Radyoda çok eski bir caz parçası çalıyordu.
Adını bilmiyordum.
Senin de adını bilmiyordum.
Asla da öğrenmeye çalışmadım.
Senin adının olması, her şeyi zedeleyebilirdi.

"Küçük İskender"



Tek kelime...

Hani yani bir anda bakarsın. Bakarken uçmak istersin, uçarken de korkarsın hani... Sonrada düşersin ama düşerken mutlusundur ...Çünkü anlamazsın... Sonra varlığından sana tek kelime kalır...Boşluk...

Yaralar...

Fark ettim de vücudumuzdaki yaralarla uğraşmayı, kabuklarını kaldırmayı, onlarla oynamayı çok seviyoruz... Hem geçmesini istiyoruz, acımasın istiyoruz, hemde onunla uğraşıp kanatmaktan alıkoyamıyoruz kendimizi,,,, Bilinmez bir dürtü oraya yönlendiriyor ellerimizi... Kalbimizdeki yaralarda böyle galiba.... Geçmesini istiyor fakat kendi ellerimizle oluk oluk kanatıyoruz... Doğrumuyum....?


Biten aşkın ardından...

Aşıktım bende.... ve aşkımın son damlasına kadar verdim ona.... BİTTİ...BİTMELİYDİ... ve onun damağında tadı kaldı... şimdi o silinmedikce herzaman ağzındaki tadın bıraktığı özlemle yaşayacak.

-Evet ve zehrini sana akıtacak....


Nietzsche

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı bir kayayı yontmaktadır.

Güneş onu yakıp kavurur.

O da Tanrıya yakarır, keşke güneş olsaydım diye.

"Ol" der Tanrı. İhtiyar taşçı birden güneş oluverir.

Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.

Bulut olmak ister ihtiyar taşçı.

"Ol" der Tanrı. Bulut olur.

Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur.

Rüzgâr olmak ister bu kez ihtiyar taşçı.

Ona da "Ol" der Tanrı.

Rüzgâr her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.

Her şey karşısında eğilir.

Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.

Oradan eser buradan eser, kaya bana mısın demez!

Tahmin ettiğiniz gibi, Tanrı kaya olmasına da izin verir ihtiyar taşçının.

Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...

İhtiyar taşçı çok zaman geçmez, sırtında bir acı ile uyanır...

Geriye dönüp baktığında, bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır...



O son an...

Sonunda o zor an; ayrılık konuşmasının vakti gelip çatmıştı. "Bitti mi şimdi?" dedi genç adam. Kadın dudakları titreyerek cevapladı; "Düşünüyorum da, aslında hiç başlamamıştı!" Öfkelendi genç adam: "Şu yaptığın kötülük! Acımasızsın!" Kadın "hayır!" dedi; "hepsi içimizdeki iyilikten! Birbirimizi sevdiğimizi sandık başlangıçta; sonra da birbirimizi kırmamak için bu yalanı sürdürdük."
***



....

Korkarım ki sadece bana sahip olabilmeniz imkansız olduğu için beni bu kadar çok seviyorsunuz...
Goethe-Genç Werther'in Acıları


SONBAHAR ZAMANINDAN...

ŞİMDİ...

şimdiii... şimdi yani ben sensiz... ıssız... sokaklar boş kalır yani... yani ben sensiz kalırım sonra... yorgan atarlar kalbime ama ısınamam. yani sensiz kalırım işte anla şimdi.... ben yani... sensiz ne yaparım şimdi....



2 KADIN...

AŞKIN ÇIKMAZ SOKAĞINDA SIKIŞIP KALMIŞ KADIN SORDU?

-BENİ AYAKTA TUTAN NE?

ZAMANIN ACIMASIZ ÇIĞLIKLARIYLA BESLENİP DE OLGUNLAŞMIŞ DOSTU GÜLÜMSEDİ VE CEVAP VERDİ;

-UMUT!!
...doğru cevap bulunmuştu....



2 Aşk kadınının iç çekişmeli konuşmaları....

-Başka hayattan seçtik kalbimizin yaralarını.... Bu yüzden yaralarımıza yabancılaştık... Bu yüzden yabancıları sevdik biz hep....!!!!! (f)


-İki tarafta birbirinin yarasını biliyor. İki tarafta da birbirinin yarasına iyi gelecek bir şey yok. Herkes durmadan birbirinin yarasını azdırıyor. Ama acı bize en tanıdık şey olduğu için bunu sevmek sanıyoruz. Birbirimizin kabuklarını kaldıra kaldıra, kanata kanata tanışıyoruz, sevişiyoruz... (e)


-Ah biz kabuk tutmuş yaraları beslemeyi severdik gece yarıları .... Gözyaşları ile sulayarak....(f)


-Biz yaralara tuz basmayı da severdik,biz acıyı inatla müdafaa ederdik,sanık sandalyelerinde...(e)


-Darağacına giden o yolda adımlarımız aynı ve dimdik atardı seninle.... (f)


- Ve tüm günahlarımıza intihar süsü verirdik seninle... (e)


-Ve biz bileklerimizi keserek intihar etmeyi bir asalet saymıştık yeryüzünde.... Kan kırmızısında yüzmek.... Dökülen kanı ölmüş sevgiliye armağan etmek vardı düşlerimizde.... (f)


-Deli kanım fışkırıyordu damarlarımdan,en siyah ve en asi halimle gelmiştim ayakuçlarına,seni gözlerinin içinden öpüp gidecektim,gidemedim!. Ve deli kanım dondu damarlarımda,dökülmeden,armağan edemeden,son düşü göremeden...(e)


-Son düşü göremeden.... uyuduk 100 yıl..... uyuduk, uyuyoruz.... Sonsuza dek, asla öpüşülmeyecek bir prensin ardından.... (f)




19 Mayıs 2011 Perşembe

Babaannem...

‎'..Gözlerimi yumdum. Babaannemin sözleri geldi aklıma :
"Bu dünyada sana kötülük... yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık,kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme,herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! Kendini koru kızım,insanlara karşı kendini koru!"
Korurum babaanne ,diye düşündüm,sen beni merak etme!'



9 Mayıs 2011 Pazartesi

Biraz Uyu...

Sadece çocukken uyanıksındır bunu bil.
Her şeyin farkındasındır, her sese dönüp bakarsın.
Büyümek; uyumak ve unutmak gibidir.. Ve büyüklerin dediği gibi: uyuman gerekli büyümen için... Sağır ediyorsa sessizlik ve kör ediyorsa aydınlık, sadece sana görünen ve kimseleri inandıramadığın bir hayalet gibi yanı başında oturuyorsa yalnızlık, bu gece.. Hep aynı saatte kapını çalan bir düşman gibi bekliyorsa seni ve canına kastedecek bir kılıç gibi sallanıyorsa tepende, unutabilmek için hepsini BİRAZ UYU...



8 Mayıs 2011 Pazar

Bize yakışmayanlar

Yani okunmayacak diye yazmayalım demek olmazz..
Yada ben yazmayı severim.. Okumayı değil demek te yakışmaz...
Zaten uykum var...Koca kadınlar gibi olduk.. Kocaman takılar her yanımızı sarmış...
Üşüyoooruz gündüzzz gece...

4 Nisan 2011 Pazartesi

5 dk. kala dilenmemiş özürün notları...

Ne yani kapatıldı sonra açıldı ... Özür mü dilendi şimdi... Görünmez akşamın ufkunda saklanırken her birimiz sobelediler bizi... Ve saklanma özgürlüğümüzü (yazma özgürlüğümüzü), hayatımızın akışını yönlendirdiğimiz dümenimizi elimizden aldılar.... Mutluyduk... Ama durdurdular... Üstelik gözyaşı sürüp mendil dağıttılar bize...!! Gökyüzü ağlak... Yine bir gece yarısı... Pamuk prenses ayakkabısı merdivenlerde düşürüp, saçlarını kuleden sarkıtmak üzere... 100 yıllık uykusuna dalmaya 5 dk var... Bize de yol göründü....

16 Ocak 2011 Pazar

Bu kızı yeniden büyütmeliyim...

Ne gemiler yaktım ne gemiler yaktım o kadar yandıki canım sonunda karşıdan baktım ne göreyim kendime yıldızlardan daha uzaktım.. Bu kızı yeniden büyütmeliyim................................