1 Eylül 2011 Perşembe

Sen benim için kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça...

Biraz Sabahattin Ali'nin 'Kürk Mantolu Madonnası'ydın; biraz Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Huzur'da anlattığı Nuran, ve en çok da Nilgün Marmara'ydın. Ne yalan söylemeli, yine Tanpınar'ın 'Bir Yaz Yağmuru' romanındaki o büyülü, o uçarı kadında da senden çok izler vardı. Masum bir sevinç için ikbal yakan kadınlardandın sen... 

Bir cinnetin, bir karabasanın yaşandığı bu hayatta artık yoksun. İyiki de yoksun diyorum; çünkü çok acı çekerdin. Beynindeki esrar da yetmezdi seni avutmaya. 

Ölümüne kadar, sana olan aşkımı bir sır gibi saklayıp, bu aşka o derin merhametinle bağlandığın için sana minnettarım. Çok yalnızım ve seni çok özlüyorum... 

Sen benim için kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça... 




Sende öylesin sevgili. Kırk yılda bir gibi... Benim için kırk yılda bir gibisin.
Kırk yılda bir ortaya çıkan hüzünler, gözyaşları, sevinçler ve özlemler gibi.
Sensizlik her zaman var ama sen kırk yılda bir.
Dayanılmaz bir şey benim için artık; kokunu duymamak, seninle konuşamamak, sana dokunamamak, seni içime doyasıya çekip sindirememek...
Ne yapacağım ben sensiz? Elimi kolumu bağlıyor sensizlik. Hayat boş sensiz, çevrem ne kadar kalabalık olursa olsun ben yalnızım sensiz.
Sensizim çünkü. Var mı başka açıklaması sensizliğin? Yıkıcı en son darbe oldu sensizlik bana. Karmaşıklaştı hayat, dayanılmaz oldu...
Çekilmez oldu mutlu anlar bile. Bir tek sen varken neşeyi bulabiliyorum ki o da kırk yılda bir artık...
Nasıl baş edeceğim ben kendimle, nasıl sindireceğim ben sensizliği içime? Öylece bıraktın gittin beni.
Şimdi ne yapacağım ben? Sana gönderdiğim her mektubu ben açıyorum yine. Neden böyle olduk sevgili? Neden? Kırk yılda bir rastlanan eski bir dost gibi oldu aşkımız. Çekilmez oldu o tatlı anılar.
Seni anılardan kıskanmaya başladım son zamanlarda. Aşk ne olur bırak yakamı.
Onsuz ne aşkın, ne yenilen yemeğin, ne ağzımdan çıkan sözcüklerin anlamı var. Sensizlik...
Ne kadar boş bir kelimeydi benim için eskiden. Ta ki sensiz kalana kadar. Ne kadar zormuş meğer sensizlik kelimesini sindirmek içime.
Zor olduğunu biliyordum hayatın, acımasız olduğunu da biliyordum. Ama bu kadar yaralarımı kanatacağını, ruhumu acıtacağı aklıma gelmemişti.
Zor sevgili! Eskiden seninle hafifliyordu anlamsız hayat sıkıntılarım. Ama sensizliği kim hafifletecek? Gelmeyeceksin geriye biliyorum. Dönmeyeceksin bana geri. Ama ne gelir elden? Hiç! Acı veriyorsun artık bana.
İstemiyorum seni. Düşünmek öyle çok acı veriyor ki bana eski yaralarım kanatan sensin artık ve onları tedavi edecek benden başka kimsem kalmadı sen gittiğinden beri. Ama ben tedavi edemiyorum sevgili. Senin açtığın yaralar senin eserin olduğundan tedavi edilmek istemiyor. Benliğimde hep bir parça iz bırakmanı istiyorum. Kapanmasın o yaralar. Senin yaraların onlar çünkü... 
Kırk yılda bir açtığın yaralar kırk yılda anca kapanıyor ve kırk yılın ne kadar çabuk geçtiğini o zaman anlıyorum işte. Hayatımda rastladığım en güzel tesadüftün. Ne kadar pasif, pısırık ve bitkin anımda yakalamıştı beni aşk. İstememiştim oysaki. Ama aşk ne zaman seni beni dinledi ki? Gözlerime baktığın an hayatın sen, nefes alışlarımın senin için olduğunu anladım. Bu bir kaostu belki de. Hayatta aşk kaosu yaşam kaosundan daha anlaşılmaz belki ama söyleyecek bir şey yok aşkın üstüne.. Yeter artık oynamaktan, yalan söylemekten, sahte gülücük saçmaktan bıktım.. Bak şarkımız çalıyor ...



Cezmi Ersöz...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder